Hafta sonu Okmeydanı – Şişli’deydik (4 Aralık 2022-İstanbul). Emek ve Özgürlük blokunun toplantısı vardı. Giderek şiddetini artıran faşist uygulamalara karşı bir direnç odağı olması bakımından değerlidir ve desteklenmesi gerekir. Bununla birlikte konuşmalara, tavırlara ve beklentilere bakarken genel olarak dünyada, özel olarak da bizim gibi ülkelerde “siyaset ve sınıf mücadelesi bu kadar legalizmi kaldırır mı?” diye de sormadan edemedim. Devrimci, illegal sınıf mücadelesi ile reformist, demokratik sınıf mücadelesi arasındaki çizginin ne olması gerektiği sorusu da aklıma takılan konulardan birisi oldu. Yine de Türkiye sol hareketi ile Kürdistan sol hareketinin ittifak eğilimi göstermesi, bu türden çabalarla kanıtlanmak istenmesi altı çizilmesi gereken bir gelişmedir.
Emek ve Özgürlük blokunun halk buluşması Okmeydanı’ndaki Labella toplantı salonunda gerçekleşti. Binlerce insan bir araya gelmişti. Konuşmaların sloganlarla kesildiği görülüyordu. Moral iyiydi. Konuşmacılarda inanç, coşku, samimiyet vardı. Bununla birlikte “yeni” diyebileceğimiz bir bakış, içerik, tez ve teori pek de söz konusu değildi. “Değiştireceğiz” şiarı temel motto olarak düşünülmüş. Değiştireceğiz denilirken de kastedilen bugünkü hükümetti. Ücretli emek sistemini (kapitalizm) hedef alan bir söylem de vardı tabi. Ama zayıftı. Günlük çalışmanın 6 saate indirileceği söylendi.
Sunumlarda zenginden alıp yoksula verilmesini savunanlar oldu. Yalnızca oy istenmediği, mücadele edilmesi gerektiğine de vurgu yapıldı. Bir başka konuşmacı Kürt, Alevi, kadın düşmanlığına son vereceğiz gibisinden sözler söyledi. Söz, yetki ve kararda işçiler ve emekçiler olsun denildi. Kulağa hoş gelen sözlerle iki saat güzel, mutlu, moralli bir zaman geçirdik. Sendikalar ve hakim sınıf partilerine eleştiriler olması da dikkat çekiciydi. İşçi ve sendika bürokrasisine eleştiriler yapan bir başka ittifak temsilcisi, Birlik’i 81 ilde genişleterek kuracaklarını söyledi. Sınır ötesi operasyonlar son bulsun istendi. Bunlar söylenirken salondan “Kobani Düşmedi Düşmeyecek” sloganları yükseliyordu. Ayrıca anımsadığım kadarıyla “Üreten Biziz Yöneten de Biz Olacağız” sloganı da bir iki defa duyuldu.
Ebru Günay, iki kutuplu siyasete uymak gerekmediğini, emekçilerin siyasetini örgütlemek gerektiği kanaatindeydi. Ona göre işçi kırımına, Kürt kıyımına karşı toplamsal mücadeleyi tesis etmek ve yükseltmek gerekiyor. Bunlara ezilen inançları ve kadınları da katmalıyız dedi. Velhasıl vaatler, sözler, eleştiriler, temenniler, söylem, duruş güzeldi. Bu ittifak ve toplantılar, genel olarak halk ve emekçi sınıflara moral ve güven vermesi bakımından işlevseldir. Yenilgi psikolojisi içinde olup ittifaktan ayrı duran küçük burjuva sol kesimleri de canlı kılması bakımından önemli bir rol oynar.
Zayıf yanlarına rağmen ittifak fikri, bizim gibi ülkelerde halkın birleşik cephesine gönderme yaptığı için de önemlidir. Emek ve Özgürlük İttifakı, “sol milliyetçi” gruplarda da bir bilinçlenme yaratmada fonksiyon oynar. Keza burjuva/faşist partilerden medet uman kitlelere de güven verecektir: Birleşebiliriz/kazanabiliriz. Bununla birlikte iki noktaya işaret etmek gerekiyor. Birincisi İttifak’ın faaliyetleri Okmeydanı gibi emekçi semtlerinde gerçekleşiyor olsa da henüz sokaklarda sürdüğü söylenemez. Kitleleri sardığı ve mobilize ettiğini de düşünmüyorum. İkincisi ise yeterince kuramlaştırıldığı, konuya dair teorik tartışmaların yapıldığına tanık olmuyoruz. Bu açıdan İttifak’ın düşünüş ve hareket tarzı, bana Marx’ın Lassalle ile tartışmalarını Gotha Programının Eleştirisi’nde söylediklerini anımsatıyor.
Seçimde iyi sonuç alınırsa, gündelik çalışma 6 saate düşerse, adil ücret olursa sorun çözülmüş mü oluyor? Ücretler yükselecek deniliyor, “emekçiye bütçe tezi” savunuluyor. Elbette bunlar kısa vadede ve somut koşullar açısından savunulabilir. Uzun vadede düşünüldüğünde sorgulanması gereken görüşlerdir. “Yol, köprü, okul, fabrika yaptık” demek gibi oluyor! Böyle olursa burjuva uygarlığı yeniden üretilmiş olur.
Seçimlere bu denli umut bağlanması, haddızatında başlı başına bir problematiktir. İttifak bilmeli ki, seçimlerle emekçi sınıfların ve ezilenlerin iktidar olduğu görülmemiştir. Şili örneği verilir belki (1971-1973) ama Şili Sosyalist Partisi ancak bir buçuk yıl iktidarda kalabildi. Buna iktidar da denilemez. Sosyalist hükümet demek daha doğru. Konuşmacıların iktidar ile hükümeti ayırmadan konuşmaları da bana anlaşılır gibi görünmedi.
İttifak, Türkiye sol hareketine yer etmiş ezilen ulus karşıtlığını yumuşatması bakımından da işlev görecektir/görüyor. Daha açıkçası Kürt düşmanlığı konusunda epeyce bir gelişmeye imkan sunmaktadır. Son 10 yılın siyasal gelişmelerine emekçiler cephesinden bakıldığında Kürt ulusal sorunu karşısında doğru (Bolşevik) pozisyon alamayan hareketlerin büyük oranda ayrışıp parçalandıkları görülmektedir. Dolayısıyla ittifak düşüncesi özsel olarak doğrudur. Amma ve lakin bu türden bir mücadele devleti, hukuku, parlamentoyu ve burjuva-feodal uygarlığı meşrulaştırmaktan başka ne işe yarar sorusu da her zaman sorulmalıdır.
Hatırlanacağı gibi Marx, “Basın Söyleşileri”nde proletarya devriminin radikal yöntemlerle gerçekleşeceğini söylerken İngiltere, Hollanda ve Amerika gibi yerlerde “barışçıl” devrimlerin de olacağını söylemişti. Ama Paris Komunü örneğindeki burjuvazinin karşı devrimci şiddetinden sonra “barışçıl yol” geçersiz hale gelmiştir. Buna Devlet ve İhtilal’de Lenin de işaret etmiştir.
İyimser bir temenniyle bitireyim. Emek ve Özgürlük İttifakı’nı, eleştirmeyi ihmal etmesek de destekleyeceğiz. Salondaki konuşmacılardan birinin söylediği gibi mutlaka kazanacağız…