Geçen haftasonu bir grup arkadaşla birlikte HDP’nin Kartal’da (İstanbul, 7 Ağustos 2022) düzenlediği mitinge katıldık. Giderken kafamdaki birçok görüş, argüman ve hipotezi de test etme niyetindeydim. Marksist siyaset felsefesinde birey-yapı ilişkisi (volüntarizm-determinizm) bunlardan birisidir ki, başlık da bu konuyla ilgili olarak düşünüldü. Ayrıca Marksist siyaset psikolojisi açısından korku-cesaret diyalektiği, sınıfsal ve kimlik taleplerinin önemi, önem sırası, genel olarak toplumun “dinamikleri” ve “devrimci dinamikleri” arasındaki ayrımlar, toplumun gerçek sorunlarının ne olduğu ve çözümü için nasıl bir yol önerildiği de, incelenmesi gereken konulardan bazılarıydı.
İnceleme konuları arasında devletin, daha doğrusu Türk büyük burjuvazisinin HDP’ye bakış açısı da vardı ki, bu konudaki hipotez alana girer girmez kendini gösterdi. Seçime doğru giderken görüntüde de olsa bir ılımlı durum, bir demokrasi kırıntısı söz konusu olabilir mi sorusunun yanıtını aramak elzemdi. Ne gezer! Kadıköy’den Kartal yönüne giden ana artellerde devlet güçleri kol geziyordu. Alan, geldiğimizde kadınlı erkekli, kasklı coplu, tomalı panzerli, tepeden tırnağa silahlı adamlarca çevrilmiş; nispeten küçük bir alan olan Kartal meydanında adeta kuş uçurtulmuyordu. Çantalar, kimlikler, cüzdanlar, afişler, pankartlar, çakmaklar, kibritler, su şişeleri bile birer şüpheli muamelesi görerek didik didik ediliyor, üst baş aranıyordu. İstanbul halkı ile korku ilişkisi de yapmak istediğim testler arasındaydı.
Savaşlara ve Sömürüye Hayır!
Kitle, sayıca düşündüğümden daha sınırlı olmasına rağmen bunca baskı ve korku unsurlarına aldırış etmiyor; yöneliminden bir adım geri atmayarak adeta zulmün üstüne üstüne yürüyordu. Varsayımlarımdan birisi ise HDP’nin sınıf taleplerine ve kimlik taleplerine karşı hassasiyet gösteren yegane bir parti olduğuydu. Bu testin sonucunun da pozitif çıktığını anımsatmak isterim. Çünkü bir defa mitingin adı çok kapsamlı, manalı, aktüel ve çarpıcı düşünülmüştü: “Çözüm Biz’de Savaşlara ve Sömürüye Hayır”. Septomatik okumaya tabi tutarsak bu cümle “devrim kitlelerin eseri olacaktır” demenin diğer adıdır. Burada haklı ve doğru olarak biz’e ve kitlelere vurgu yapılırken biraz sonra Pervin Buldan örneğinde işaret edileceği gibi bireye vurgu daha önemli bir söyleme dönüşebilecektir.
Mitingin Pervin Buldan dışındaki diğer konuşmacıları HDK Eş Sözcüsü Cengiz Çiçek ve ayrıca partinin il yöneticileri İlknur Birol ve Ferhat Encü idi. Kısa tutulan bu konuşmalar -genelde de olduğu üzere- Türkçe ve Kürtçe yapıldı. Buldan’nın konuşması başta olmak üzere konuşmacıların görüşleri resmi ideolojinin ve onun etkisindeki “milliyetçi sol”, “devletçi sol”, “düzen içi sol” gibi statükocu kesimlerin söylediği üzere yalnızca Kürt kimliği üzerinden oluşmamıştı. Üstelik konuşmacılar devrimci-demokratik içerik ve “cesaret”ten de ödün vermeyen bir ruh durumuna sahipti.
Augustinus, Hegel Gelsin de Kadın Görsün!
Billassa Pervin Buldan’ın sahneye çıkması, kendinden emin, haklı olduğundan ve halkla birlikte olduğundan bin kez daha emin bir moral değerle kitleyi selamlaması diğer bileşenler gibi beni de etkileyip duygulandırdı diyebilirim. Sesinde binlerce yıldır ezilmişliğin öfkesi hissedilen Buldan’ın sunumu üzerine zihnimden şunlar geçti: Felsefe tarihinin Aristoteles’inden Augustinus’una; Rousseau’sundan Hegel’ine ve kadını hor gören Türk-İslamcı resmi ideolojisine dek bütün savaşçı ve sömürücü kişiler/kesimler bakın da kadın görün, insan görün, politik aktör neymiş model alın, dedim! Aynı anda sırasıyla Gülten Kışanak, Figen Yüksekdağ, hemşerim Sebahat Tuncel, konuşmalara paralel olarak gözümün önünden geçtiler. Bunlar devrimci zincirin birer halkasıdır benim nazarımda. Halkın kanaati de halk kahramanlarına karşı böyledir sanırım. Kendileri olmasa bile örneğimizdeki kadın kahramanlarımızın ruhları, düşleri ve adlarının miting alanında yankılanması bunun en iyi kanıtıdır.
Kadının devrimci pozisyonunu bu şekilde tespit ederken mitingin yine bir kadınlı sahnesini anmadan edemeyiz. Trenden inip de sahile doğru yani toplantı yerine doğru yürürken üçyüz beş yüz kadından oluşan bir kitlenin, üzerinde hasta tutsak Aysel Tuğluk’un bulunduğu bir pankartla adeta güvenlik güçlerini yara yara yürüdüğü görüldü. İşte o onda da burjuva sosyal bilimcilerine seslendim: Gelin de destek, dayanışma duygusunu saptayın, gelin de eksik etek dediğiniz kadının gücünü görün, gelin de ataerkil/burjuva biliminizin sefaletini, sefilliğini görün!
Birey Toplumun Ürünüdür, Tersi Doğru Değil!
Gelelim yanlışa. Buldan yaklaşık olarak 20 dakikalık sunumunda gen iş bir ülke ve dünya tahlili yapar gibiydi. Pek çok konuda sorunların candamarına vurgu yapıldığı kulaklara kazındı. Milli zulüm yanında feodalizme, kapitalizme ve emperyalizme karşı direnç gösteren, bayrak açan bir tutum içindeydi Buldan. Sorunların çözümü olarak da (mitingin başlığına uygundur) “biz”i, işçileri, emekçileri, Kürtleri, kadınları gösterdi. Konuşma metninin içeriğine genellikle bu boyut egemendi. Oysa konuşmasının ortalarında bir iki dakikalık hitabında adeta metinden çıkarak “Sayın Abdullah Öcalan serbest bırakılırsa ‘tüm’ sorunlar çözülür” cümlesini kullandı. Ki işte bu tutumun, kendi konuşma metnini tekzip eden idealist bir bakış açısı olduğunu söyleyeceğim. Nitekim gerçekliği yansıtmayan yanlış bir düşüncedir. Çünkü dünyayı bırakalım, bir ulusun, sınıfın ve bir çevrenin tüm sorunları, çok yüce bir insan bile olsa bir kişinin, bir bireyin varlığı veya yokluğuyla açıklanamaz.
Buldan’ın konuşmasının bu kısmına volüntarizmin egemen olduğunu söyleyince yanımdaki fotografçı arkadaşım itiraz etti ve beni biraz da zorda bırakacak şekilde şunu söyledi: Burada kastedilen herhangi bir birey değil, siz önyargılısınız! Devam etti: Örneğin Marx, Lenin, Mao, Gonzalo gibi isimler için bireye vurgu yapılsaydı, “tüm sorunları çözer” denseydi yine aynı yorumu yapacak mıydınız? “Evet, yapardım” dedim. Çünkü biliyoruz ki bireyin rolü önemlidir, komünist partisinin rolü de önemlidir. Öte yandan kitlelerin, çağımızda proletaryanın, ülkemiz nezdinde Kürt ulusunun tavrı çok daha önemlidir.
Yine biliyoruz ki Lenin veya Mao -hipotetik olarak söylüyorum- olmasaydı da Rus ve Çin devrimleri gerçekleşirdi. Bazı eksik ve hatalı yanları olabilirdi belki, ama devrimler gerçekleşirdi. Marx örneği de öyledir bana kalırsa. Diyelim ki artı değer teorisi bir şekilde birileri tarafından açıklanırdı. Bu söylediklerim Marx, Lenin, Mao gibi insanların büyüklüğünü ortadan kaldırmaz. Diyeceğim şu ki devrim ve büyük toplumsal hareketler bireylerin değil doğru önderliğe sahip olan halkların ve emekçi sınıfların eseri olabilmektedir. Çünkü birey, en büyük lider olsa bile sosyal gerçekliğin ve toplumsal ortamın ürünüdür. Tersi doğru değil, idealizmdir. Günümüzde ana akım felsefede etkili olan öznel idealizm diyebiliriz buna. Bu idealizm, genelde dünyaya, özelde de bizim topluma teolojiden ve ulus devlet ideolojilerinden mirastır. Örneğin Türk-İslam ideolojisine göre Tanrı dünyayı yoktan var ettiği gibi Mustafa Kemal de Türkiye devletini yine aynı biçimde yoktan var etti! Bilim dışı, tek kelime: Gülünç!
Bu türden bilim dışı, gülünç hurafelerin dünya halklarının hafızasından, devrimci-Marksist literatürden silinip atılması gerekir. Bireyin, tarihsel süreçteki devrimci rolünü kabul etmekle birlikte bu rolü abartmak ve ona kutsallık atfederek durumu, anlamı adeta mutlaklaştırmak gerçek dışı bir düşünce olduğu gibi dini ve milli ideolojilerden mirastır. Okurların anımsayacağı gibi geçen haftaki yazımda üzerinde durulan “filozofları yüceltmek gerekmez” tezimiz de benzer şekilde temellendirilmişti.
Buldan’ın açıklamasını akılda kaldığıyla aktarmakla yetindim. Belki birebir ne söylendiğini merak edenler olur diye HDP’nin resmi web sitesinde ve basında da yer verildiği biçimiyle metnin ilgili kısmını buraya alıntılasam iyi olur. Buldan tam olarak şunları söylemiştir: “Sayın Öcalan’ın avukatlarıyla, ailesiyle, bağımsız heyetlerle görüşmesinin sağlanması ve tecridin son bulması çağrısını bir kez daha yapıyoruz. Tecrit bir bütün olarak ülkeyi kilitlemiştir. Bütün sorunların temelinde tecrit kilidi vardır. Tecrit kilidi kırıldığında bu ülkenin tüm sorunları çözülecektir.” Burada konuşmacının haklı olduğu bir boyut var ki, o da ülkemizin hapishaneye dönüşmüş olmasıdır. Dolayısıyla başta Abdullah Öcalan olmak üzere tüm tutsaklar serbest bırakılmalı, hapishaneler de boşaltıldıktan sonra yerle bir edilmelidir!
Devrimci-Demokratik Kürt Medyası
Siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisi üzerinden düşünüldüğünde genel planda bir tecrit ve hapishane karşıtlığı, Buldan’ın sözlerinde olduğu gibi değil de yani birey üzerinden değil de daha kapsayıcı olursa, beklenenden etkili sonuçlar ortaya çıkarabilir. Yalnızca tecridin değil “tecritlerin” kırılması talebi daha kitlesel bir taraftar bulur ve olumlu sonuçlar, kazanımlar elde edilebilir. Tecridin kırılması talebinin Buldan’nın konuşmasını aşan bir yönüne de dikkat çekmek isterim. Mitinge ilişkin yazmak üzere medyayı tararken, mitingle ilgili haberlere baktığımda “devrimci Kürt medyası”nda konunun ele alınma tarzı ve yansıtılması da bana sorunlu göründü.
Miting şu başlıklarla yer buldu görsel ve yazılı basında: “Kartal mitingine tecridin kırılması damgasını vurdu.” Oysa mitingi baştan sona izledim, böyle bir damga vurma olmadı. Kısmi ama elbette ki önemli sözler söylendi bu konuda. Yanılmıyorsam bu bağlamda iki ya da üç kez kitlesel bir şekilde slogan da atıldı. Daha fazlası olmadı. Devrimci-demokratik Kürt medyası, Türk medyasının başvurduğu yollara tenezzül etmemelidir. Sonuçta bu medya güvenilir olarak Türk medyasına karşı muhalif kesimler, aydınlar nihayet emekçi sınıflar tarafından izlenen medya olarak da biliniyor. Kısacası devrimci-demokratik Kürt medyası, (HDP örneğinde olduğu gibi) yalnızca Kürt medyası işlevi görmüyor; o aynı zamanda Anadolu ve Mezopotamya halkları başta olmak üzere evrensel düzeyde bir medya özelliği taşıyor ve bir ölçüde dünyaya hitap ediyor. Mitinge damgasını vuran bir sahne aranıyorsa, manşetlere veya sürmanşetlere çıkartılacak bir örnek aranıyorsa o da yukarıda Aysel Tuğluk ile ilgili olarak tasvir ettiğim pozisyon olabilir.
Sesler Halen Doğu’dan Geliyor!
Şarkılarla, türkülerle, halaylarla başlayan ve yine bu şekilde devam eden ve sona eren mitingin diğer test konularına da kısa sözlerle değinerek bitireyim. Büyük oranda korku duvarını aşmış bir durum ve kitleyi tespit edebiliyoruz mitingin gösterdiklerine bakarak. İkili ittifak, altılı masa, yok bilmem ne platformu türünden projeler ortada dolaşırken onbinlerce kişinin sermaye güçlerini de şaşırtan, sosyal bilimcileri utandıran davranış biçimleri, eylem tarzlarıyla sokaklara akması da tespit edilmiş oluyor. Devrimci seslerin Batıdan değil, Proletaryadan değil Doğu’dan ve Kürt hareketinden gelmesi, Lenin’in 1913’te yazdığı bir makaleyi akla getiriyor: Geri Avrupa İleri Asya! Sabahattin Ali de bir şiirinde “sesler Doğu’dan geliyor” der. Buna göre ülkemizdeki başta proletarya olmak üzere sol, devrimci, komünist güçlerin Doğu’yı izlemesi gerektiği gibi bir sonuç çıkarmak da olasıdır.
Thomas Hobbes: Hoşgeldin Leviathan!
Ayrıca miting Gramsci ve Althusser gibi filozofların ideolojik silahları önemsemesi tezinin de sorgulanır olduğunu göstermiştir. Bunun yerine ve Türk egemen sınıfları (devlet) nezdinde 16. ve 17. yüzyıl filozofu olan Thomas Hobbes’un “Leviathan teorisi”ni ne yazık ki doğrular mahiyette sonuçlar çıkarmaya imkan vermektedir. Yukarıda da işaret ettiğim gibi miting alanının devlet tarafından adeta silahlı kuşatma altına alındığını eğer Hobbes görmüş olsaydı sanırım “hoş geldin Leviathan” demekten kendini alamazdı. Bu sonuç ile sermayenin dinsel görünümlü faşist partisi ve seküler konumdaki faşist partisi uyum içindedir Türkiye’de. Yine de başta, anılan partilerin tabanındaki kitleler ve yine irili ufaklı sermaye partilerinden medet uman emekçiler toplumun “dinamiğini” temsil etmektedir.
Toplumun “devrimci dinamiğini” görmek içinse HDP’nin genel politikasına ve hareket noktamız olan miting alanına bakmak lazım gelir. Mitingteki vurgulara ve katılımın bileşenlerine bakılırsa Kürtler, Aleviler, kadınlar, çevreciler, gençler, son süreç itibariyle göçmenler kendilerine geniş bir yer bulmuşlardır. Demek ki ülkemiz gibi “çoğulcu” özellikler gösteren toplumlarda devrimci demokrasi, halk demokrasisi veya proletarya demokrasisi mücadelesi kimlik taleplerini dikkate almalı ve radikal demokrasinin eleştirilerinden de yararlanmasını bilmesi gerekiyor.