8 saat çalışma
8saat dinlenme
8 saat canım ne isterse
Tarih derken sınıf mücadelesi tarihini anlıyoruz. Çünkü tarih, yani uygarlık tarihi esasen sınıflar arası mücadelenin tarihinden başka bir şey değildir. Tarih bilinci deyince de, sınıf mücadelesi bilinci denilmek isteniyor. 1 Mayıs’ın tarihini de bu çerçevede ele almak gerekir. Bu anlamda tarih, yalnızca geçmiş değildir. Tarih deyince çalışma koşullarının iyileştirilmesi veya ücretlerin artırılması manasında işçi sınıfının tarihine paralel olarak var olan 1 Mayıs’ın tarihine gideriz. Buradan bakılırsa 1 Mayıs’ın tarihi, emek mücadelesinde önemli bir moment; birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak belirir. Bilinç, felsefi-ideolojik sınıf bilinci düzeyine geldiğinde/yükseldiğinde insan ve toplum yalnızca reformlarla yetinemez. Bu nokta son derece önemlidir; çünkü emekçi sınıflar üretimden gelen ayrıcalıklarından dolayı yönetmeyi de hak eder ve dolayısıyla doğru politika, iktidarın hedeflenmesi olur.
1 Mayıs İçin Fitilin Ateşlenmesi
Yine özel günlerden birisini yaşıyoruz: 1 Mayıs. Yaklaşık 130 yıldır her zaman kendisinden söz ettiren ender günlerden birisi. Emekçi sınıflar için olsun, siyasal ve sosyal tarih açısından olsun üzerinde durmayı hak eden bir özel gündür. Tarih kitapları onun temelleri için 1856’da Avustralya’da ortaya çıkan emekçi direnişlerini işaret ediyor. Dolayısıyla 1 Mayıs’ın fitili Avustralya’da ateşlenmiştir diyebiliriz. 15 saatlik günlük çalışma süresinin yarıya indirilmesi için yapılan mücadele yani. Mücadelenin, sanayinin geliştiği ülkeler olan İngiltere ve Amerika’da yankı bulması, yeni miting ve grev dalgalarına dönüşerek yayılması manidardır.
Türkiye’nin tarihi de zengin deneyimlerle doludur. Tek partili faşist diktatörlükten önce ve sonra yasaklara maruz kalmış; bazen de onu değersizleştirmek için “Bahar ve Çiçek Bayramı” denilmiştir. Bütün bu tarihe bakıldığında emekçi sınıfların mücadelesini, hakkını alma, adaleti tesis etme tarihi olarak da, daha önemli olarak ise sosyalist/komünist mücadelenin tarihi olarak okumak mümkündür. Ütopik sosyalistleri (Simon, Owen, Fourier) mutlaka anmak gerekir. 8 saatlik iş, 8 saatlik çalışma ve 8 saatlik serbest zaman talep ederken kapitalizmi geriletmeyi düşünmüşlerdir. Kapitalizmi ortadan kaldırma teorisi ise kuşkusuz ki Marx/Engels ve Marksistlerce yapılmıştır.
Emek Federasyonu ve Şövalyeleri
Tarihi tecrübeden benim anladığım şu ki, ütopik sosyalistlerin formüle ettiği sorunu, İngiltere’deki Çartistler yanında esas olarak da Amerikan Emek Federasyonu ve Emek Şovalyeleri türünden devrimci sendikalist hareketler, pratiğe uygulamışlardır. Konuya yakın ilgi gösteren ve Birinci Enternasyonal ve özellikle İkinci Enternasyonal ona komünist içerikler kazandırmaya çalışmış ve dünya çapında etkin kılmanın imkanını yaratmıştır. Böylece 1 Mayıs’ın tarihi, paralel bir biçimde sosyalizm mücadelesine eşlik etmiş, Rus ve Çin devrimlerinde yeni bir nitelik kazanmıştır. Uluslararası burjuvazinin de kabul etmek zorunda kaldığı 8 saatlik çalışma kuralı büyük oranda iş yasalarına girmiştir.
Rosa Luxemburg’un 1 Mayıs Açıklaması
1 Mayıs’ın tarihçesiyle yakından ilgilenen Rosa Luxemburg’un konuya ilişkin 1894’te yazdığı bir makaleden iki paragrafı buraya alıntılamak istiyorum:
“Sekiz saatlik iş gününü kazanmanın bir proleter bayramı olarak kutlanması fikri Avustralya’da doğdu. Avustralyalı işçiler 1856’da sekiz saatlik işgünü lehine bir gösteriyle, mitingler ve kutlamalar eşliğinde, bir günlüğüne hep birlikte iş bırakma eylemi düzenlemeyi kararlaştırdılar. Bu kutlamanın tarihi 21 Nisan olacaktı. Başta, Avustralyalı işçiler bunu yalnızca 1856 yılı için düşünmüşlerdi. Ancak bu kutlama Avustralyalı proleter kitlelerin canlanmasına ve yeni bir heyecana kapılmasına yol açarak öyle güçlü bir etki bıraktı ki kutlamanın her yıl tekrarlanmasına karar verildi (…)
Avustralyalı işçileri ilk örnek alanlar Amerikalılar oldu. 1886’da, 1 Mayıs’ın evrensel iş bırakma günü olmasına karar verdiler. O gün 200 bin işçi işlerini bırakarak sekiz saatlik işgünü talebinde bulundu. Sonrasında, polis zorbalığı ve yasak baskılar işçilerin bu ölçekte bir gösteriyi tekrarlamasını birkaç yıllığına engelledi. Ne var ki, işçiler 1888’de kararlarını yenilediler ve bir sonraki kutlamanın 1 Mayıs 1890’da yapılmasını kararlaştırdılar…”
1 Mayıs, Sanat ve Edebiyat: Enternasyonal Marşı
Yüzyılı aşkındır sanatı, şiiri, müziği, tiyatroyu, resmi ve yontuyu etkilediği gibi genel planda da siyaseti, sosyal bilimleri ve felsefeyi de etkilemektedir 1 Mayıs. Yani sınıf mücadesinin serüveni yalnızca ekonomik ve siyasal sonuçlar değil bilimsel, felsefi, etik ve estetik sonuçlar da doğurmuştur/doğurmaktadır. Ben bu yazıda sanat alanındaki paralellikten ve yarattığı etkilerden kısaca söz etmekle yetinmek istiyorum.
Enternasyonal Marşı öncelikle aklıma gelendir. Marş ilk kez 23 Temmuz 1888’de Fransa’nın Lille kentinde söylendi. Sözlerini bir Fransız işçi, Eugène Pottier, 1870’de yazmıştı. Kendisi Paris Komünü’ne katılmış birisidir. Bestesi ise 1888’de yine bir Fransız işçisi olan, Pierre Degeyter’e aittir. Lenin 1913’te Pravda’da kaleme aldığı bir yazısında Pottier’i yâd etmiştir. Eser, 1917 Devrimi’nden sonra 1941’e dek Sovyet Marşı olarak söylenmiştir. Eserin ilk dörtlüğü şöyledir:
Uyan artık uykudan uyan
Uyan esirler dünyası
Zulme karşı hıncımız volkan
Kavgamız ölüm-dirim kavgası
1 Mayıs Şiiri ve Marşları
Türkiye işçi sınıfı tarihine gelirsek, diğer devletler gibi baskı ve kıyım görüyoruz. Cumhuriyet döneminde 1 Mayıs şiiri dendiğinde ilk aklıma gelen Sabahattin Ali’nin yazdığı şiirdir. Baskılara rağmen yazılan ilk 1 Mayıs şiiridir belki de. Yazının başlığı da onun şiirinden esinlenilerek konulmuştur. Şiirin bir dörtlüğünü buraya alıyorum.
Yeşil dağlara göçülür,
Kızıl şaraplar içilir;
Yârim dökülüp saçılır,
Mayıs’ta gönlüm delidir.
1 Mayıs Marşı’nı da mutlaka anmak gerekir. Müzik, şiir, tiyatro, siyaset birleşmiştir. 1974 yılında Sarper Özsan tarafından yazılıp bestelenen eserin son versiyonu Grup Yorum tarafından düzenlenmiştir. 1974’te yönetmenliğini Rutkay Aziz’in yaptığı “Ana” adlı oyunun müziği için Sarper Özsan’a müzik yapması önerilince ortaya “1 Mayıs Marşı” çıkmıştır. Gorki’nin Ana adlı romanını aynı adla tiyatrolaştıran Bertol Brecht’tir. Oyunun, aslında müziği de vardır. Bir tek yerindeki boşluğu doldurmak için 1 Mayıs Marşı’na ihtiyaç olmuştur. Marşın ilk kıtası şöyledir:
Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde
Şişli Meydanı’nda Üç Kız
Ruhi Su’nun yazdığı “Şişli Meydanı’nda Üç Kız” adlı eseri de unutmamak gerekir. 1977’de, 1 Mayıs arifesinde Şişli’de vurulan ve Çiğdem adlı genç kızın katledilmesi vesilesiyle Ruhi Su tarafından yazılmış ve bestelenmiştir. Son kısmını buraya alıyorum;
Al gözlerim seyir eyle
Birin bırak birin söyle
Bu yeryüzü ilk kez böyle
Bir İstanbul görüyordu
Kucaklayıp sarıyordu
Burjuvazinin İmal Ettiği Günlere Karşı
1 Mayıs ve 8 Mart
Baştan da belirttiğim gibi emekçiler açısından sınıf mücadelesinin bir parçası olan özel günleri değersizleştirmek için egemen sınıflar ve burjuvazi onlara kendince adlar takmakla (İşçi bayramı, Kadınlar günü) kalmıyor, babalar günü, sevgililer günü, hayvanlar günü türünden günler de “icat” ediyor. Oysa bilhassa 1 Mayıs ve 8 Mart gibi tarihlerin belli bir bedel ödemekle ilgili olduğu, kullanılmakta olan pek çok hak ve özgürlüğü simgeledikleri unutulmaması gerekir.
Şikago, Engels ve 1 Mayıs
Bitirirken her iki spesifik tarihin birbirine paralel olarak yürüdüğünü anımsatmak isterim. 1 Mayıs denildiğinde aklımıza 1856’da Avustralya’da ortaya çıkan işçi eylemleri gelir. Onu Amerika’da, özellikle Şigako kentindeki işçilerin devrimci gösterileri izler; ve konu Avrupa kıtasında da yankı bulur ve İkinci Enternasyonal’in Paris toplantısında yeni bir boyut kazanır. Mayıs 1890’la birlikte dünyada birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanır. Enternasyonalizm vurgusu son derece önemlidir. Yerel ve evrensel planda burjuva ideolojileri (ulusalcılık, liberalizm vs) işçi sınıf mücadelesini, iktidar mücadelesinden ve komünizm talebinden izole etme amacı taşır.
Oysa yakından bakıldığında sınıf mücadelesinde ekonomik taleplerle politik/toplumsal (komünist) taleplerin paralel biçimde enternasyonal bir içerikle yürüdüğü görülmektedir. Dolayısıyla komünizm mücadelesine önderlik eden kurum ve şahsiyetlerin rolü son derece belirleyici olmuştur. Enternasyonal hareketlerle birlikte Engels gibi politik figürlerin de konuyla yakından ilgilendiği görülür. Nitekim 1886 olayları için Engels şunları söyler:
“1 Mayıs 1886’dan önce hiç kimse hareketin böylesine kısa zamanda öylesine karşı konulmayacak bir güçle patlayacağını, hızla yayılacağını ve Amerikan toplumunu temellerinden sarsacağını tahmin etmemişti.”
Çünkü Şikago başta olmak üzere tüm Amerika’da sayıları milyonları bulan işçi ayaklanmış ve genel grevlerin merkezi olan Şikago’da çatışmalar çıkmış bir çok polis yaşamını kaybederken bazı kaynaklara göre altı işçi de katledilmişti. Sonraki yargılamalarda dört işçi önderi de idam edilmiştir. Şikago saldırı ve katliamını, sonuçları itibariyle düşündüğmüzde bizim tarihimizde 1977 1 Mayıs’ı ile karşılaştırmak yanlış olmasa gerek.
Proletarya Enternasyonalizmi ve 1 Mayıs
Yakın çağlar sınıf mücadelesi açısından 8 Mart da son derece merkezi bir tarihsel uğraktır. 1857’de New York’ta 129 kadın işçinin grev sırasında katledilmesiyle başlayan tarihte her yıl kadınların anısına eylemler, anmalar, kutlamalar yapılır. Nihayet İkinci Enternasyon’in 1911’deki Kopenhag kongresinde Klara Zetkin ve Rosa Luxemburg, 8 Mart’ın özel bir gün olarak kabul edilmesini ve kadınlara adanmasını önerir. Öneri kongre tarafından kabul edilir.
Kısacası 1 Mayıs başta olmak üzere özel günlere sınıf dinamiği açısından bakmak gerektiği ortaya çıkıyor. Bir tarafta burjuvazinin kar maksatlı ya da bilinç bulanıklığı yaratmak maksadıyla “imal” ettiği özel günler; diğeri de işçi, emekçi, aydın ve gençler tarafından bedeli ödenmiş, insanlığı ileri taşıyacak olan özel günler bulunmaktadır.
BİRLİK – MÜCADELE – ZAFER SLOGANIYLA 1 MAYIS ALANLARINA!