Sayın Mehmet Akkaya’ya, zaman ayırıp kitabımı detaylı inceleyerek yaptığı uzun eleştiri için çok teşekkür ediyorum. Eleştiri geliştirir. Kusursuz bir kitap yazmadığımı ve yaptığı eleştirileri not aldığımı ve faydalanacağımı da belirtmem gerekir. Bu yazıda, eleştirilere yanıt vermekten çok, konuları ele almanın gerekçelerini sunmak istiyorum. Akkaya’nın metnine mehmetakkaya.org sitesinden bakılabilir.
98 yıllık cumhuriyet döneminde yönetime gelen 66 hükümetin demokrasi ve insan hakları uygulamalarını değerlendirerek bunun ekonomiye yansımalarını izlemeye ve izah etmeye çalıştım. Bunu yaparken objektif davranıp okurlarım için bir sonuç sunmaya çaba gösterdim. Ne iktidarları ne de kendimi kayırdım. Bana yapılacak eleştiri ve saldırıları da göğüsleyerek olduğu gibi aktarmak istedim.
İş dünyasında kabul gören “Ekonomiyle demokrasi ayrılmaz ikilidir” tezini temel kabul olarak görüyorum. Bu tezin desteklenmesi için de uluslararası incelemeleri ve bilimsel literatürü kaynak almanın önemli olduğunu düşündüm.
Ekonomi İki Aşamalı: Üretim ve Bölüşüm
Değerlendirmelerimi Sayın Akkaya’nın da işaret ettiği gibi Liberal Sol perspektiften bakarak yaptım. Bunu yaparken sadece ekonomide değil, sosyal ve siyasal alanda da liberalleşmenin gerekli olduğuna işaret ettim. Ekonominin iki aşamalı olduğunu, bunların üretim ve bölüşüm aşamaları olduğuna vurgu yaptığımı anımsatmak isterim. Toplumlar ve kişiler arası çatışmanın üretimden çok bölüşüm aşamasında gündeme geldiğini söylüyorum. Tarlaya tohum atmanın teknolojik seçenekleri olmasına karşın ideolojik seçenekleri yoktur. Tartışma ve ayrışma elde edilen ürünün bölüşümünde ortaya çıkar. Bu nedenledir ki üretimde liberalleşmeyi bölüşümde sosyalleşmeyi öncelediğimi bir kez daha belirtmek isterim.
Marx, toplumsal değişimi Diyalektik ve Tarihi Materyalizm üzerinden yapar. Değişen üretim araç ve süreçlerine bağlı olarak değişen toplum ve birey ilişkilerini bu kritere uygun olarak değerlendirirsek zamanın ruhuna uygun olarak hareket etmiş oluruz.
Bilgi ve teknolojinin üretim süreçlerine girdiği oranda toplum ilişkileri de değişecektir. Bu nedenle Marksizmin, donmuş ve geçmiş zamana bağlı Ortodoks bir düşünce sistemi olmadığını birçok yazar bize söyler. Değişmeyen tek şey, diyalektiğin kendisidir denir.
Sayın Akkaya’nın yazdığının tersine kavramlar üzerinden değil olgular üzerinden yürümeye çalıştım. Değerlendirmeler yapmadan önce yaşanmış onlarca olay detaylandırılarak verdim. Ben soyut bir idealden çok yaşadığımız uygulamalar üzerinden değerlendirerek sonuçlarını göstermeye çalıştım. Yaşamım boyunca kişileri ve kavramları kutsamadım. Zamanın ruhuna uygun düşen değişimlerin izlenmesi bizi daha sağlıklı sonuçlara götürür.
Günümüzde iletişim teknolojisinin gelişimiyle, değişim süreci daha da hızlı yaşanmaktadır. Marx’ın kavramlaştırdığı Diyalektik ve Tarihi Materyalizm de buna işaret eder. Zaman içinde yaşanan değişimi görmemezlikten gelmek de Marx ın dünya görüşüne uymaz. Ayrıca Marksizm adına yapılan uygulamaların ne kadarının ona uygun olduğu da tartışılır.
Materyalizm Marx ile Başlamadı!
Marksizm, materyalizmin 19. yy. yorumudur. Materyalizm Marx’la başlamadı. İki bin yıl önce yaşamış olan Dehriler evrenin oluşumunu Materyalist bir yorumla açıklamışlardı.
8. yy. sonlarında yaşamış olan 6. İmam Cafer i Sadık, günümüze kalan eseri Buyruk’ta Rıza Şehrine ilişkin ütopyasını anlatırken Komünist toplumu tarif ediyordu. Devreden tarihi miras 9. yy başlarında dünyanın en büyük grevi Zenciler (Zenç İsyanı) tarafından Basra’da başlatılmıştı. Devamında kurdukları komün devlet 14 yıl sürmüştü.
Karmatiler 9. yy. sonlarında Yemen’den başlayıp Bahreyn’e ve Suriye’nin güneyine kadar uzanan coğrafyada en uzun ömürlü komün devletini kurmuştular. Karmatilerin yayılmasını tehdit olarak gören Abbasiler, Selçuklular’dan aldıkları destekle Karmatileri 11.yy da yıkabilmişti.
Caferi Sadık’ın o günkü Ütopyası ölmedi. Selçuklular üzerinden Anadolu’ya taşınırken, 13. yy başlarından itibaren Selçuklu İmparatorluğu döneminde mayalanan Anadolu Aleviliği bu etkinin sonucudur. Anadolu Aleviliğinin mayasında Kul hakkı, Rıza Şehri ve Rızalık hiç eksik olmadı. Rızalık almak inancının temelini ve iç hukukunu oluşturdu.
Materyalizm kaç defa evirildi kaç dönem yaşandı bunu tarihçiler inceliyor ve biliyorlardır.
Marksizm de bu duraklardan biridir. Ne başı ne de sonudur. Bir dönemin yorumudur. Bunu kutsamak her şeyden önce Marx’ın yeniden formüle ettiği Diyalektik ve Tarihi Materyalizme de aykırıdır.
Marx 19. yy. sanayi toplumuna geçerken yaşanan vahşi kapitalizmin amansız sömürüsüne karşı geliştirdiği emek değer teorisinden sonra dönemini çok sarsmış ve yansımaları günümüze kadar devam etmiştir. 2022 yılına girerken dünya ve toplum orada kalmadı. Değişti. Bizde bunu izlemek zorundayız. Caferi Sadık’ın ütopyası olan Rıza Şehri’nden Komünist Manifesto’ya kaç dönem yaşandı. Bize hep yakın tarihi anlatıp öğrettiler. Hallacı Mansur un doğduğu sosyal ve siyasal ortamı merak etmeseydik Karmatileri hiç bilmeyecektik. Hallacı Mansur, “Enel Hak” derken ona vahiy gelmemişti. Ona bu düşünceyi, içinde yaşadığı ortam ve ortamın kültürü öğretmişti.
Birey-Toplum Diyalektiği
Tarihin derinliklerine gittiğimizde dünü öğrenir, yaşananlardan günümüzü anlar yarını tahmin ederiz. Tarihi materyalizm de bu değil midir?
Uygulanan Marksizm, toplulukların haklarını öne çıkarırken, bireyin haklarını topluluk hakları içinde eritiyordu. Bu nedenle otoriter bir yönetim olan proletarya diktatörlüğü sürekli bir sınıf savaşımını ön görürken, sürekli bir çatışma ve sürekli bir gerilim üstüne kuruludur. Bunun içindir ki güçlü bir bürokrasiye, güçlü bir orduya ve istihbarata ihtiyaç duymuştur.
Üretilen mal ve hizmet değerlerinin çok önemli bir bölümünü, bireyin refahı ve mutluluğu yerine savaş sanayisine ve bürokrasinin emrine ayırdı. Birey çok önemli değildi. Çünkü sınıf çıkarı öndedir söylemi yürürlükteydi. Bu nedenledir ki Bireyin ihtiyaçları asgari düzeyde kalırken, kaynaklar güvenlikçi politikalar üzerinden bürokrasiye aktarılmaktaydı. Etrafında olup bitenden ve dışındaki yaşamdan haberdar olan birey kendi yaşamına razı olmamıştır.
SSCB, Berlin Duvarı, Çin ve Küba
1917’den itibaren inşa edilmeye başlanan Sovyetler Birliği’nin sert otoriter yapısıyla insanı ve insan haklarını yok sayması çok önemli bir handikabıdır. Devlet de, ideolojiler de, bürokrasi de insan için vardır. Yarattıkları ortam ve koşullar insanın yeteneklerinin gelişmesine yol verirse, dünyada gelişen trende uyum gösterir. Uyum göstermeyen SSCB 74 sene dayanabildi. Tıkanmış olan sistem 1991 yılında yeniden onarılamayacak derecede dağıldı. Sovyetler Birliği dağılırken büyük bir yoksulluk ortaya çıkarken, devlet bugünkü otoriter sağ bir yönetime dönüşmüştür.
Sovyetler Birliği dağılırken, İkinci Dünya Savaşı sonunda sosyalist sisteme dahil edilen Doğu Avrupa ülkelerinde de aynı süreç yaşanırken batıyla entegre olmayı hevesle yürüttüler. Sosyalist sisteme dahil edildikten sonra ikiye ayrılan Berlin de doğudan batıya geçişleri engellemek için ta o zamanlarda duvar örülmüştü. Ölüm pahasına doğudan batıya geçişler engellenememiş, ta ki duvar yıkılıncaya kadar.
Büyük yürüyüşle (Uzun yürüyüş) sosyalist sisteme geçen Çin de halkın umudunu sürdürecek bir yönetim biçimi sürdüremeyince orada da başka bir dağılma serüveni yaşanmaktadır. Yeni dönemde kamu mülkiyetini korurken hızlı bir şekilde liberalleşme sürecine girdi. Bireyin yeteneklerinin gelişmesini önceleyen Çin, yarattığı katma değerle Orta Gelir Tuzağından çıkmak üzeredir.
Rusya Çin’den daha fazla stratejik kaynağa sahip olmasına rağmen, sürdürdüğü otoriter yönetimin sonucu aynı gelişmeyi gösteremiyor.
Sovyetler Birliği dağılmadan önce şeker kamışı karşılığı verdiği ekonomik destekle ayakta duran Küba, bu destek kesildikten sonra Küba da hızla liberalleşmektedir. Yenileşmeyi içinde taşımayan uygulamalar sonucu dünyada sosyalist sayılabilecek yönetim kalmadı.
Dağılmanın nedenlerini sorgularken, bireyin hak ve özgürlüklerinin bunda payının çok olduğunu düşünüyorum. Darbe dönemlerinde Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan mültecilerden ne solcular Moskova’ya, ne İslamcılar Mekke ye, ne de Türkçüler Orta Asya’ya gitti. Her birinin yönü, demokrasinin görece daha iyi olduğu Avrupa ülkelerine doğru oldu.
İki Farklı Bakış Açısı
Sayın Akkaya ile farklı iki pencereden baktığımız doğrudur. Akkaya Marksist pencereden bakıp sınıf çıkarlarını öne koyarken ben bireyin hak ve özgürlükleri penceresinden baktım. İki farklı pencereden bakınca doğal olarak iki ayrı sonuç çıkacaktır. Hangisinin doğru olduğunu tartışmayacağım. Her okur kendisine göre bir sonuç çıkaracaktır.
Bireyin refahı ve mutluluğu için gerekli olan mal ve hizmetlerin üretilmesi için bilgi ve teknolojiye, onun da özgür bir ortama ihtiyacı vardır. Haklar ve özgürlüklerin teminat altına alındığı bir ortamda yaşayan özgür birey, kişiliğini ve yeteneklerini geliştirerek beceri kazanıp kendisini gerçekleştireceği gibi, yaşadığı toplumda üretime katılarak elde ettiği gelirle saygın bir birey olmayı sağlayacaktır.
Günümüzün dünyasında çoğalan bilimsel bilgi, gelişen üretim ve iletişim teknolojilerinin yarattığı hızlı değişim, toplulukların yapısında da hızlı değişimlere neden olmaktadır.
Sanayiye Karşı Hizmet Sektörü
Bana göre kendi iç dinamiğini çalıştırmayan uygulamalar zamanın ruhuna yenilir. Hızla çoğalan dünya nüfusu yanında, bireyin ve toplumun refahı üretim teknolojilerindeki yenileşmeye bağlıdır. Çünkü nüfus artarken üstünde yaşadığı toprak çoğalmıyor. Toprağın ve ekilen ürünlerin verimliliğinin arttırılması gerekir. Bunun için yeni bilgi ve teknolojilere ihtiyaç vardır. Bilginin üretilmesi ve teknolojiye dönüşümü bilim insanlarının özel uğraşısıyla olur. Bilim İnsanı da özgür ortamlarda yetişir.
Diyalektik ve Tarihi Materyalizm evrenin oluşumundan beri bize yol gösteriyor. Diyalektiğin şaşmaz prensipleri içinde hareket edildiği taktirde toplumun gelişimi ve değişimi devam eder. Üretim yapısında yaşanan değişim toplumları değişime zorlar. Bu zorlamanın karşısında hiçbir ideoloji dayanamaz.
19. yy ve 20.yy ortalarına kadar üretimde egemen olan kol gücü giderek yerini teknolojiye bırakıyor. Günümüzde tartışılan yapay zekanın üretime katılımı giderek artmaktadır. Üretimde mavi yakalı iş gücü yerini beyaz yakalılara bırakıyor. Türkiye de de bugün hizmet sektörünün iş gücündeki oranı %65’leri aştı. Sanayinin üretimdeki yeri %15’lerin altında. İşçi sınıfının toplum içindeki oranı giderek azalmaktadır.
Ayrıca, 19 yy. da süren vahşi kapitalizm dönemindeki koşullar çoktan değişti. Günümüzde en büyük sorun çalışma koşulları değil, iş bulamama ve çalışamama sorunudur. Bunun için sürekli eğitim, sürekli yeni teknolojilere uygun beceri kazanma ve iş bulabilme durumudur. Mavi yakadan beyaz yakaya geçiş çok hızlıdır. Üretimdeki emeğin niteliği oldukça önemlidir. Emeğin nitelikli hale gelmesi ancak insanın kendini özgür hissetmesi ve yeteneklerini geliştirmesi için gerekli ortamın oluşmasına bakar. Hiçbir otoriter yönetim insan doğasına uygun değildir.
İnsanın Bitmez Tükenmez Konforu
Eleştirinin ikinci bölümünde yer alan kaynaklar ve ihtiyaçlar arasındaki ilişkinin ele alınışı sorunludur. İnsan ihtiyaçları hammaddenin doğada bulunduğu haliyle karşılanmıyor. Doğada bulunan hammadde insan emeği ve teknoloji aracılığıyla işlenerek ihtiyaçlara sunulmaktadır. Endüstrileşme denilen bu olayda, teknoloji aracılığıyla işlenen ham maddeler tüketilen mal hizmetler haline getiriliyor. Bu nedenle insanın konfor talebi bitmez tükenmez haldedir. Her insan, en önemliden başlayarak bir sonrakine geçiş halinde yeni isteklerde bulunmakta ve bunu almaya çalışmaktadır. Bu nedenle insan ihtiyaçlarının sınırsızlığı yanında kullanıma sürülen mal ve hizmetler her dönemde, her siyasi rejimde yetersiz kalmaktadır. Bu istekler ancak planlama ile sıralanır ve belli bir süre sonunda kullanıma sürülebilmektedir. Günümüzde her isteyenin istediğini aldığı rejim henüz kurulamadı.
Sayın Akkaya nın da işaret ettiği gibi Özal Dönemine özel ilgi duydum. Çünkü Özal Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında Kürt Sorununun geldiğine işaret ederek bunun öncelikle çözülmesi gerektiğini söylüyordu. Ölmeseydi daha radikal bir şekilde çözmeye çalışacağına inandım. Çünkü Özal Başbakanlığı döneminde, sıkıyönetimin, komutanların ve asker kökenli bir cumhurbaşkanının yönetiminde sürekli engellemeler halinde çalışmak zorunda kaldı. Ekonomide liberalleşmeyi seçerken bunun en önemli ayağı olan sosyal ve siyasal liberalleşme girişimleri engelleniyordu. Cumhurbaşkanı olma isteği bu girişimlerin engellenmesini ortadan kaldırılması beklentisidir. Özal, toplumdaki çok önemli bir gerilimi aşmayı hedeflediği için, onu mevcutlar içinde ehveni şer olarak gördüm. Görelilik kuramı içinde davranırken, mutlak bir iyilikten söz etmedim. Her zaman daha iyisi vardır.
Kurtuluş Savaşı Var mıydı?
Sayın Akkaya’nın sözünü ettiği Mustafa Suphi’nin boğdurulması ve Koçgiri Katliamları oldukça önemli olaylardır. Buna benzer yüzlerce olay var. Bir bakıma bunların tamamının kitapta yer alması gerekirdi. Ancak kitabın hacmi açısından yeterli örnek seçildiği kanısıyla yazılmamıştır. Bir sonraki basımda ele alınacaktır.
Kurtuluş Savaşı var mıydı yok muydu, anti emperyalist bir savaş mıydı yoksa Lozan’da masa başı görüşmeleriyle sürdürülen bir ilizyon muydu, bunu zamana ve olaylara bırakmak istiyorum. Çanakkale Deniz Savaşları Kurtuluş Savaşının bir ön adımıdır. Çanakkale Savaşı başarılmasaydı, kurtuluş savaşının kazanma şansı ne kadardı? Çanakkale Savaşlarının başarılmasında Alman komutanların önemi göz ardı edilmeden, İstanbul önünde demirleyen İngiliz Donanması, batıda Yunan, Antalya çevresinde İtalya, Çukurova bölgesinde Fransız işgal girişimlerine ne isim verilir.
En önemlisi Lenin’in anti emperyalist bir savaş yürütüldüğü gerekçesiyle verdiği askeri cephane, Çarlık Rusyası tarafından işgal edilen Erzurum, Erzincan, Kars bölgesinden çekilme kararı. Anadolu’dan çekilirken yapılan 16 maddelik Erzincan sözleşmesine bağlı olarak kurulan Erzincan Sovyet’inden tek taraflı vazgeçilmesi nasıl anlaşılır. Kaldı ki konumuz Kurtuluş Savaşı da değildir. Ancak savaş döneminde kurulan büyük millet meclisi ve onun oluşturduğu 1921 Anayasası’nın daha çok toplumsal sözleşme niteliği taşıdığını Anayasa Hocalarımız söylemektedir.
Ancak öyle olsa bile uygulanmadıktan sonra ne işe yarar dersek doğrudur. Birçok anti demokratik uygulama o dönemde yaşanmıştı.
Zaman ayırıp kitabı okuyarak, çok daha önemlisi bilgisini esirgemeden yaptığı eleştiriler çok değerlidir. Yeniden bilgilerimi test etme fırsatı verdi. Başta Sayın Mehmet Akkaya olmak üzere tüm okurlarıma çok teşekkür ederim.