Sazlı-sözlü bir felsefe programı izledim. Felsefeci Mehmet Akkaya, iki Alevi halk ozanı ve moderatör İlyas Yer’in katıldığı bir program. Mehmet hocanın kitaplarının bazılarını okumuş ve birçok programını izlemiş biriyim. Her okuduğum ve dinlediğimde değerli birlikte ilginç açıklamalar, şaşırtan görüşler duyuyorum. Geçen haftaki Komünar TV’de yaptığı konuşmada Aleviliği, sınıfsız toplumun bir mirası olarak gördüğünü açıkladı. Kendim de bu kültür içinde olmama rağmen komünal toplum ile Alevilik arasında doğrudan bir ilişkinin olduğunu ilk defa duyuyorum. Alevilik terimini kullansam da Mehmet hoca ısrarla Kızılbaş ifadesini kullanıyor veya birlikte söz ediyor. Program nispeten uzundu. Üstelik Akkaya da nedense az konuştu. Sanırım benim gibi felsefeye merak salanlar ve bu yüzden de Mehmet hocayı dinlemek üzere programa bakanların canı sıkılmıştır. Saz-söz güzeldi ama felsefeye fazla yer kalmadı denilebilir.
Gazeteci-yazar İlyas Yer’in konuk olarak Mehmet Akkaya’yı seçmesinde muhtemeldir ki Akkaya’nın “Din felsefesi” isimli kitabı etkili olmuştur. Din felsefesi adı altında yazmış olduğu kitabın Türkiye’de önemli bir boşluğu doldurmuş olduğunu belirteyim. Akkaya’nın konuya giriş yaparken Kızılbaşlık ve Alevilik terimleri arasında tarihi süreçler olarak fark olduğunu belirterek, örneğin “Alevilik” adının son 200 yılın ürünü olduğunu, ayrıca Aleviliğin biraz daha uzlaşmacı bir yanının olduğunu vurgulanması dikkatlerden kaçmadı. Bu noktaya bir çok araştırmacı tarafından gönderme yapıldığını hep duyarım.
Akkaya, Kızılbaş Aleviliğin diğer semavi dinlere benzemediğini belirterek Kızılbaşlığı diğer dinlerden ayıran en büyük özelliğinin uygar bir topluma bir tepki olarak kendini var ettiğini belirtmesi oldu. Alevilik bir tepki dini, kültürü belki de felsefe oluyor. Buna göre onu İslam’ın karşısına çıkarmak ve gereksiz düşman yaratmak yanlıştır. Mehmet hocamızın söylediklerinden benim anladığım Alevi inancı, uygarlıkla uzlaşan tüm dinler ve düşüncelere aynı uzaklıktadır. Uygar toplum betimlenirken onun özel mülkiyeti kutsayan, devleti savunan sınıflı toplum olduğu belirtildi. Böylece Kızılbaş kültürü ile komünist kültür arasında bir paralellik düşünülmüş oluyor ki, bence burada abartı olduğu açık. Tabi bu itirazı yaparken konuyu bir filozofla tartışabilecek kadar da bilen birisi değilim.
Mehmet hocamızın sunumunda komünal toplum vurgusunun öne çıktığını sanırım diğer izleyiciler de fark etmiştir. Onun ileri sürdüğü gerekçelere bakılırsa Kızılbaş Aleviliğin, temellerini komünal toplumdan aldığı açıkça görülmektedir. Temellerini komünal toplumdan alan bir inancın temellerini hangi dinden aldığı sorusunun abes olduğu da söylendi. Akkaya için Alevilik, İslam’dan veya bir başka dinden gelmiş olamaz, ancak onlardan etkilenmiş olabilir.
Programda Aleviliğin günümüz de bir çok tanımının olduğu da söylendi. Alevilik felsefedir, Alevilik yaşam biçimidir, Alevilik kültürdür, Alevilik inançtır, Alevilik dindir vs. Akkaya bu tanımlamaların hepsinde doğruluk payının olduğunu belirtiyor; çünkü Alevilik, birinin ya da bir kurumun oluşturduğu sınırları çizgi ile belirlenmiş bir yapı değildir.
Akkaya, Aleviliğin temellerinde ve tarihsel süreçte Aleviliğe katkıda bulunmuş önemli kişiler üzerinde epeyce yorum yapmıştır. Ona göre Aleviliği 6. yy da İran-Pers toplumunda eşitlikçi yapıdan yana taraf tutan Mazdeklerle anmak yanlış değil. 7, 8. yüzyılda Azerbaycan’da Babek de anıldı. Sonra tarihsel sıraya göre örnekler verildi. Hasan Sabbah, Karmatiler Baba İlyas ve Baba İshak anıldıktan sonra Bedreddin ve Bedreddin Devrimi’me vurgu yapıldı. Mehmet hocamız, kitabının alt başlığına da yansıdığı gibi Şeyh Bedredin hareketini (Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa ile birlikte) sosyal köylü devrimi olarak betimliyor. Burada anılan kişiler ve hareketler Kızılbaş tarihine paralel olarak gösteriliyor. Bu hareketlerin sınırı, programda konuşulanlara bakılırsa Balkanlara ve Kafkasya’ya dek uzanmaktadır.
Programda Akkaya’ya sorular da yönetildi. Ne var ki bu noktada da Akkaya pekçok soruya yanıt vermedi ya da veremedi. Programdan mı, kendisinden mi kaynaklandı, bilemiyorum. Yine de yanılmıyorsam bir soruya yanıt verdi. Soru Yunus Emre ile Pir Sultan’nın Alevilik ile ilgili bağıydı. Mehmet hocam, Yunus Emre ve Pir Sultan’ı karşılaştırırken Yunus Emre’nin uzlaşmacı olduğunu belirttikten sonra Mevlana ve Ahmet Yesevi’nin de bu çizgide yer aldığını hatırlattı. Pir Sultan ise direniş kültürü içinde görülmektedir.
Çok dikkat çekici bir açıklama da Bedreddin ve Marx karşılaştırması sırasında oldu. Mehmet hocaya göre Bedreddin feodal dönemin Marx’ı iken Marx, sermayecilik çağının Bedreddin’i olmuştur. Çünkü düşünme yöntemi olarak ikisi de ekonomik ve sosyal sorunlardan hareket etmiştir. Her iki filozof da gençlik eserlerini aşmıştır. Marx, idealist özellikli gençlik yazılarını yaktığını söylerken, Bedreddin’in de yazdıklarını Nil nehrine attığı söylenir. İkisi de ayaklanma felsefesi kurmuştur, ikisi de kitleleri mobilize ederek arkalarından sürüklemiştir. Varlık felsefesine girildi programda, bu kısmı fazla anlayamadığım için yalnızca konuyu söylüyorum. Spinoza ve Nazım Hikmet bağlantısını da anlayamadığımı anımsatayım.
Akkaya, Kızılbaş Aleviliğin sömürücü sınıflar ile ittifak ettiğinin neredeyse görülmediğini, sınırlı kişisel durumları saymaz isek, Kızılbaş Alevi kültürünün asi ve direniş eğilimli olduğu, sömürücü cephe karşısında olmaya devam ettiğini belirtiyor. Direniş konusuna vurgu yapılırken pekçok popüler aktivist de anılmış oldu. Spartaküs, Thomas Münzer, Kaypakkaya, Marx, Engels bunlardan bazılarıydı. Program sazlı-sözlü başladığı gibi Bedreddin belgeseli ve ardından yine ozanların sazlarıyla, söyledikleri deyişlerle sona erdi.