Dünyayı kavrama ve değiştirme söz konusu olduğunda sınıflı toplumun doğasına uygun olarak birden çok bakış açısının birbiriyle yan yana durduğu ve çoğu zaman da karşıtlık ilişkisi içinde bulunduğu gözlerden kaçmaz. Bu haftaki panel kapsamında iki bakış açısının özgünlüğünü, birbiriyle ilişkisini ve karşıtlığını belirtmek şimdilik yeterli olacak sanırım. Bunlardan ilki antroposantrik bakış açısıdır ki, buna felsefi antropoloji dersek temsilcisinin de Feuerbach olduğu ileri sürülebilir. Sosyalsantrik bakış açısı ise bizi toplumsal felsefelerin içine taşır. Bu alanda öncelikle adları anılması gereken filozofların Marx ve Engels olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz.
İnsan Merkezlilikten Toplum Merkezliliğe
Ankara’da TÜM BEL SEN (Kızılay) salonunda gerçekleştirilen panelin organizasyonunu Özgür Sanatçılar Derneği yaptı. Bu yazıda toplantıdaki sunumların içeriğine ilişkin birkaç noktaya değinmek ve bazı kesitleri, konuyu merak edenlerle paylaşmak ve sosyal medyada da tartışmaya açmak istiyorum. Konu başlığımız Marksizmin Din Felsefesi olmasına rağmen daha çok klasik Marksizm de diyeceğimiz Marx ve Engels’in görüşlerine yoğunlaşıldı. Panelist bileşeni İlahiyat profesörü Bilal Sambur’un Feuerbach’ın din felsefesini, sanki Marx’ın din felsefesiymiş gibi sunması ilk olarak hatırlatılması gereken bir husustur. Bu çerçevede itirazlarım oldu.
Yine de ilahiyatın içinden gelen bir akademisyen ve İslam entelektüelinin Marx ve Marksizmin din anlayışına ilişkin yaptığı olumlu değerlendirmeler de not edilmesi gereken bir başka husustur. Konuşmacının olumlu söylemi bir yana, benim çıkış noktamda ise Marx ve Engels’in din felsefesinin yalnızca Feuerbach’tan ayrı olmadığı aynı zamanda B. Baure, M. Stirner ve D. Strauss’tan da farklı olduğu düşüncesi yer alıyordu. Böylece ortak yanların yanında farklı yönleri öne çıkararak karşıt düşüncelerin çatıştığı bir dinamik program oldu denilebilir.
Feuerbach ve Marx arasındaki ilişkiden ve karşıtlıktan hareketle yapılan tartışmaları hem genelinde hem de özel olarak din felsefesi üzerinden düşünürsek önemli ayrımların var olduğu hemen göze çarpar. Feuerbach insandan hareket ettiği için toplum ve üretim ilişkileri, mülkiyet biçimleri gözden kaçmış oluyor. İnsan merkezli görüşlere hümanizm de diyebiliyoruz. Oysa insan merkezci görüşler gibi hümanizm de sosyalizm değildir. Dolayısıyla materyalist bir özellik taşıyor olsa bile insan merkezcilikte tarihsellik de bulunmuyor. Bu yüzden antroposantrizm olarak kavramlaştırdığım bu anlayış bir bakıma Marksizmin de karşısında duruyor.
Hegel ve Feuerbach’tan Marx’a ve Marksizme
Marx ve Engels’in, Hegel’in geist merkezli idealizmine karşı Feuerbach’ın felsefi antropolojisini tercih ettikleri bilgisi doğru olsa bile Marx ve Engels, bu anlayışı tarihsel materyalizm bakış açısına yükseltmişlerdir. Yani insandan değil onun da belirleyeni olarak toplumdan hareket etmişlerdir ki, bu toplum sınıflı bir nitelik taşımaktadır. Din de işte bu sınıflı toplumun bir ürünü olarak vardır. Yani Marx ve Engels için din, Feuerbach’ın zannettiği üzere insanın özü olmadığı ve insanın doğasından kaynaklanmadığı gibi bir takım “kötü niyetli” insanların bulduğu, uydurduğu bir hurafe veya afyon da değildir. Sınıflı toplumsal ilişkilerden dolayı ortaya çıkan hurafe veya afyondur. Ancak sınıfların ortadan kalkmasıyla son bulacaktır.
Marx’ın dini afyon metaforuyla açıkladığı doğru olmakla beraber aynı bahiste birçok düşünce birlikte dile getiriliyor. Bilal Sambur’un Marx’ın sözlerini alıntıladığı ve üzerine yorumlar yaptığı sanırım izleyicinin de dikkatini çekmiştir. Alıntılanan kısmı hatırlatmak isterim:
“Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.”
Birkaç boyutu olan bu ifadeler diyalektik düşünmeyen kesimler tarafında tek boyutlu ele alınıyor. Dinin kimi zaman yalnızca afyon olduğu öne çıkarılıyor, kimi zaman yalnızca protesto olduğuna vurgu yapılıyor, bazen de sevgisiz ve kalpsiz dünyanın sevgisi ve kalbi oluşu öne çıkarılıyor. Profesör Sambur ise “sevgi” ve “kalp” üzerinden giderek Marx’ın haklılığını söylüyor ki, bu durum gerçekliğin yalnızca bir boyutunu açıklamak ve benimsemek anlamına gelir.
Ateizm Yerine Tarihsel Materyalizm
“Din Felsefesi” adlı kitabımda da üzerinde durduğum üç argümanı panelde de dile getirme ihtiyacı duyulduğu için tekrar vurgulamak isterim. Birincisi Marx ve Engels’in temellerini attığı klasik Marksizm ve sosyalizmin uygulanması anlamında çağdaş Marksizm açısından temel tez, dinin düşman olmadığı, asıl olarak dini ortaya çıkaran feodal ve burjuva ilişkilerin düşman olduğu tezidir. İkincisi Marx ve Engels’in sanıldığı gibi ateist olmadıklarını belirtmek gerekiyor. Çünkü Marksistler açısından ateizm de bir dindir. Nitekim kendilerine yöneltilen eleştirilere karşı Marx şöyle yazmıştı:
“1840-1850 arası, Louis Blanc eğilimli Parisli reformistler: dinsiz bir insanı ancak canavara benzetiyorlardı ve bize ‘öyleyse sizin dininiz tanrı tanımazlık’ diyorlardı.”
Engels, Marx’tan sonra da din tartışmalarını sürdürmüş, ateizme ve laikliğe karşı mücadele ederken komünizme dikkat çekmiştir. 1884’te Edward Bernstein’e yazdığı mektupta söyledikleri çok berraktır:
“Materyalizmin de idealizm gibi, her ikisinin de tek yanlı oldukları ve bunların daha üst bir birlikte bir araya getirilmeleri gerektiği konusu çok eskidir ve bu seni üzmemeli ve ateizmin, sadece bir olumsuzlamayı ifade ettiğini 40 yıl önce filozoflara karşı söyledik, yalnız şunu ekle: ateizm, sadece dinin yadsınması olarak ve sürekli dine dayanır, ki din olmadan kendisi hiçbir şeydir- bu yüzden ateizmin kendisi de hâlâ bir dindir.” (Engels, MEW Band 36, s.186).
Buna göre Marx ve Engels’i tanrıtanımazlık kelimesi karşılamıyor, onları karşılayacak doğru ifadelendirme materyalizm olmalıdır. Hatta onlara materyalist demek de yetmez. Zira her iki filozofun “tarihsel materyalist” olduğu genel kabul görmektedir. Demek ki ateist olmadıkları gibi yalnızca materyalist de değil, tarihsel materyalisttirler. Onların Hegel yanında ikinci olarak da Feuerbach’ın materyalizminden kopuş yaptıklarını şu sözlerinden anlayabiliyoruz:
“Feuerbach, materyalist olduğu zaman gündemine tarih girmez, gündemine tarih girdiği zaman da materyalist değildir. Feuerbach’ta tarih ve materyalizm tamamen birbirinden ayrılır.”
Üçüncüsü ise Marx ve Engels’in dine karşı savundukları mücadele biçimidir. Kendi açıklamalarından anladığım şu ki dine karşı mücadele yerini, kapitalizm koşularında, sermayeye karşı mücadeleye bırakmıştır. Felsefesi-ideolojik mücadelenin, somut koşullarda işlevi olmakla birlikte dine karşı şiddet, dini ve Tanrı inanışını güçlendirmekten başka bir işlev görmeyecektir. Marx, Fransız ihtilalcılarının, Paris komünarlarının dine karşı şiddet uygulamalarını tasvip etmemiştir. Keza Engels ve Lenin de Bismark’ın Almanya’da uyguladığı dine karşı şiddetin Katolikliği daha da derinleştirdiğini ve güçlendirdiğini yazmışlardır. Lenin’e göre:
“Engels Blanquistleri, sadece işçi kitlelerinin sınıf mücadelesinin, proletaryanın en geniş katmanlarını çok yönlü bir şekilde sınıf bilinçli ve devrimci bir toplumsal pratiğin içine çekerek, ezilen kitleleri gerçekten dinin boyunduruğundan kurtaracak durumda olduğunu, buna karşılık dine karşı savaşı, işçi partisinin politik görevi ilan etmenin anarşist bir lafazanlık olduğunu anlayacak durumda olmamakla suçlar.”
Kutsal Dinler ve Kutsal Olmayan Dinler
Marx ve Engels’in din üzerine yazdıkları metinlere bakıldığında, onların teizm yanında ateizmini de din olarak gördükleri gibi laiklik ve sekülerizmi de din olarak düşündüklerini anlamak zor olmuyor. Panelde resmi ideoloji içinden yapılan itiraz ve açıklamaları anlamak benim açımdan hiç de şaşırtıcı olmadı. Marx ve Engels’in yazdıklarından çıkartılacak bir sonuç olarak düşünmek gerekir ki, eski dinler ve yeni dinlerden söz ediyoruz. Marx iki terim kullanıyor: “Kutsal dinler” ve “kutsal olmayan dinler”. Kutsal olmayan dinleri anlamak için Marx’ın şu sözlerini anımsatmak isterim:
“İnsanın özyabancılaşmasının (kendi kendine yabancılaşmasının)kutsal biçimlerini bir kez ortaya çıkardıktan sonra, kutsal-olmayan biçimleri içindeki özyabancılaşmayı da ortaya çıkarmak, ilkin tarihin hizmetinde olan felsefenin görevi oluyor.”
Demek ki laiklik, milliyetçilik ve benzeri anlayışlar, felsefeler, inançlar kutsal olmayan dinler kategorisine giriyor. Nihayetinde sınıflar ortadan kalktığında yalnız kutsal dinler değil laiklik gibi kutsal olmayan dinler de ortadan kalkacaktır. Bu yüzden Marx’ın kullandığı “din eleştirisi dönemi sona erdi” belirlemesi son derece önemlidir. Dine kaynaklık eden kapitalizmin eleştirisi dönemi başlamıştır.
Eleştiri Silahından Silahların Eleştirisine
Marx ve Engels eleştiri konusunda da bir ayrım yaparlar. Onlara göre eleştiri silahının yerini artık silahların eleştirisi almalıdır. Çünkü dini yeni dinlerle (laiklik, aydınlanma, ateizm, bilimcilik, hukukculuk vs) alt etme olanağı yoktur. Bu çerçevede yapılan tartışmalar Marx ve Engels için skolastik tartışmalar olacaktır. Tarihsel materyalizmin kurucusu filozoflara göre bir maddi güç ancak devrimci bir maddi güçle alt edilebilir. Şöyle yazdılar: Kuşkusuz, eleştiri silahı, silahların eleştirisinin yerini almaz, maddi güç, ancak maddi güçle yenilebilir, ama teori de, yığınları sarar sarmaz, maddi bir güç durumuna gelir.”