Dün değerli arkadaşım Ali Çiftçi aradı. Dersim Tanıtım Günleri’ne gidelim önerisinde bulununca bir iki saat sonra kendimizi Yenikapı-İstanbul’da organize edilen etkinlikte bulduk. Metrodan inince, acemiliğimizden olsa gerek mekanı zor bela bulduk. Polis ve zabıtalarla ablukaya alındığı anlaşılan alana girince güzel bir moral bulduk. Tanıdık yüzlerle karşılaştıkça, dostluğu hissettikçe neşemiz de arttı. Remzi Aydın, Cemal Taş, sonra Mustafa Bakır ile buluştuk. Özer, Yılmaz, Ali Rıza ve daha bir çok arkadaşla karşılaştık. Demek ki “Dersimliler Buluşuyor” sloganı belirgin olsa da benim gibi “Kıyı Dersimliler” de buluşmaya angaje oluyordu.
Girişte (açılışta da görülmüştü) Tuncelililer egemen olmakla birlikte içeride büyük oranda Dersim vardı. Bazı görsel ve uygulamalara bakılırsa da her ikisinin uzlaşmış olduğu gibi bir hava algıladım. Akşam karanlığıydı ve sürem de kısıtlı olduğu için nesnel ve yeterli bir tasvir yapmam da söz konusu değil. Okan Eroğlu’nun röportaj sorularına yanıt verdim. Bundan da evvel iki günlük gidişatla ilgili kısa bir bilgi de almıştım. Kitap stantları, konser etkinlikleri ilkten ilgimi çeken faaliyetlerdi. Beklediğim coşku yoktu, Dersim bir bütün olarak da orada değildi gibi bir izlenim de edindim. Yine de Eroğlu’na verdiğim yanıtta da belirttiğim gibi yeni bir uygulamadır, zamanla daha derin, geniş ve daha nitelikli olanları yapılabilir.
“Dersim yalnızca Dersim değildir” yazdım başlıkta. Anadolu ve Mezopotamya halkları açısından bir direniş geleneğinin ve odağının adıdır aynı zamanda. Çoğu insanın dediği gibi yalnızca Tunceli sınırlarına sığmayacağı gibi yalnızca etkinliğe izin verdiği düşünülen resmi ideolojinin bakışı içine de asla sığmaz. Hatta Dersim, bu türden anlayışların tam tersi bir mekanda konumlanmaktadır. Osmanlı dönemini geçip yakın tarihimiz üzerinden söylersek Dersim Seyyit Rıza, İbrahim Kaypakkaya ve Kürt ulusal mücadelesi olarak vücut bulan bir coğrafya olarak da dikkat çeker.
Dersim, orada doğup yaşamış olanlar için kuşkusuz değerlidir. Bunun yanında oraya ayak basmamış nice insanın yüreğindeki, bilincinceki coğrafya olarak da bilinir. Dolayısıyla herhangi bir Anadolu şehrinden ziyade bir devrimci simgedir, direnç çiçeğidir, savaş alanıdır, gerilla yurdudur. Sol geleneğin ana/ata toprağıdır. Nihayetinde bir mekan olmaktan çıkmış bir kültür özelliği ve niteliği kazanmıştır. Program içeriğine ve kısa gözlemime göre etkinliğin, Dersim’ in bu durumunu yansıttığını söylemek zordur. Adeta Dersim doğumlularla sınırlı tutulmuş olması sorunlu görünmektedir. Hatta konuya dair yazılanlara bakılırsa Dersim doğumluların bile tümünü yansıttığı tartışma kaldırır.
Dersim’in kentlere, Batıya taşınarak ilgili kültürün sınırlarının genişlemesi ve genişletilmesi önemlidir. Bu durum “Bir Dersim Yetmez” düşüncesinin güncellenmesi bakımından da önemlidir. Bu güncelleme, Dersim kültürünün anlaşılır kılınması, anlatılabilmesi ve devrimci içeriğinin yansıtılmasını gerektirir. Bu kültürün kendine özgü etik, politik ve estetik değerlerini konu eden etkinliklerin (konferans ve panellerin) ön planda olması lazım gelir. Dersim’e ilişkin bir doğa ve çevre felsefesi tartışmaları da isabetli olurdu.
Etkinlik alanından ayrılırken Oruçoğlu’nun Tohum, Dersim ve Uçurum Geyikleri adlı eserlerindeki mekanlar, tipler, karakterler, yengiler, yenilgiler arkamızdan gülümser gibiydi. O gülümseyen yüzlerin içinde biri vardı ki, unutulur gibi değil. O kişi enternasyonal kadın devrimci Barbara Anna Kistler idi…