Dinin tarihsel materyalist eleştirisini yapan ve Şeyh Bedreddin Devrimi’ni konu edinen bir kitaptan söz etmek istiyorum. Din Felsefesi adıyla yazılmış olan kitap, Belge Yayınları tarafından Nisan 2021’de basılmış. Kitabı yeni okuma imkanı buldum. Kitabın kısaca da olsa içeriğini vermek istiyorum. Kitapta dikkat çeken temaları şöyle sıralayabiliriz: Batı Antikçağ ve Ortaçağ Felsefesi, Doğu Antikçağ ve Felsefesi, Tasavvuf ve Alevilik/Kızılbaşlık. Ayrıca Marx, Marksizm ve Din; Şeyh Bedrettin Devrimi ana bölümlerinden oluşan kitapta, ilkel komünal toplumdan günümüze dinin; üretim biçimleri ve ilişkileri ile olan bağını, yazar bir çok kaynağa dayanarak incelemiş.
Kitaptaki bilgileri kısaca özetlemeye devam edeyim;
Semavi dinlerin üçünün de verimli bir coğrafya olan Anadolu-Mezopotamya’da doğması, dinlerin ekonomik ve toplumsal olayların sonucu olduğunu gösterir. Mehmet Akkaya’ya göre Ortaçağ, liberal ideolojinin dediği gibi karanlık değildir. Bağrında Yeniçağ’ı taşımıştır. Bir çok önemli filozof bu çağda ortaya çıkmıştır. Rönesans’ın temelleri de Ortaçağ’da atılmıştır.
Yazarın “Düşünceler kendi toprağından çıkar” demesi son derece önemli olmuş. Alevilik/Kızılbaşlık Anadolu çıkışlıdır; beraberinde Bektaşilik Anadolu/Mezopotamya çıkışlıdır. Felsefenin dinselleşmesi 5. yüzyıla Augustinus’a dayanır. Kilisenin yanına okullar açılır. Selçuklu ve Osmanlı’da da caminin yanına medrese açılması aynı yöntemin devam ettiğini gösteriyor.
Kutsal Metinler Halkın Gönlünü Okşar
Ortaçağ, modern eğitim kurumlarının başlangıç dönemidir. Bologna, Paris Üniversitesi, Oxford binli yılların başında açılmıştır. Akkaya’ya göre her din, inanç ve hukuk ekonomik bir sisteme tekabül eder. Hatice’nin ticaretle uğraşması, Mekke’nin ticaret merkezi olması ve İslamiyetin burada doğması tesadüfi değildir. Kutsal kitaplar emekçilerin gönlünü okşar, sermaye sınıfının çıkarlarını savunur.
Din ve Savaş bölümünde; ‘kömünal toplumda da din vardı ama insanlar arasında savaş yoktu’ biçiminde bir düşünce savunulmuş. Dinin savaş özelliği kazanması sınıfların ortaya çıkması ile başladı diyor yazar.
İslam ortaya çıkarak yeni bir uygarlık ortaya çıkarmadı, tersine Arabistan’daki ekonomik ve sosyal olaylar İslam’ı ortaya çıkardı. Kitap boyunca bu düşünceye vurgu yapılıyor. Yani din, toplumu yaratmaz; toplum dini yaratır. Altyapının belirleyen olmasından hareket ediliyor demek lazım.
Akkaya’ya göre nasıl ki Batı Ortaçağ Felsefesi yerine Batı Hıristiyan Felsefesi demiyorsak, İslam Felsefesi yerine de Doğu Ortaçağ Felsefesi dememiz gerekiyor. Yazar kitapta bu dönemin beş filozofunu da anıyor ve ayrıca bunlarla ilgili bilgiler de veriyor. Doğu Ortaçağ Filozofları; El Kindi, Farabi, İbn Sina, Gazzali, İbn Rüsd. Doğu Antikçağı’nın beş büyükleri de yer almaktadır. Bunlar da şöyle sıralanmış: Konfüçyus – Çin, Zerdüşt – İran, Mazdek – İran, Buda – Hindistan, Mani – Sasani İmparatorluğu.
Kızılbaş Kültürünün Büyük Değerleri
Alevilik düşüncesi ve felsefesinin anıldığında da benzer bakışı görüyoruz. Akkaya Alevi/Kızılbaş kültürünün düşünsel, felsefi kaynaklarını anarken beş ulu değerden söz ediyor. Bunlar: Babek, Karmat Hamdan, Hasan Sabbah, Baba İlyas/Baba İshak ve Şeyh Bedrettin’dir. Kültürün büyük değerleri sistemin sömürücülerine karşı biat etmediler ve başkaldırdılar. Abbasi egemen sınıflarına, Bizans’a, Selçuklu’ya, Bedreddin Osmanlı’ya karşı ayaklanma örgütlemiştir. Kızılbaş/Alevi toplumları her zaman direnişin izini sürdüğü için bu durum cumhuriyet yıllarında da sürdüğü gibi günümüzde de sürmektedir.
Kitapta yazıldığına göre ezilen ve ezen dinler vardır. Örneğin Osmanlı-Türk egemen sınıfları Sünni İslamı, manipüle ederek egemen sınıfların sömürü ve baskı öğretisi olarak kullanırlar. Alevilik ise zulüm gören köylülüğün öğretisidir. Ayrıca Kızılbaşlık bir gecede kurulmuş olamaz, İslamın bir kolu da değildir. Anadolu Kızılbaşlığın, Hatti/Hitit halklarının bir mirası olduğu, üretim ilişkilerinin değişmesiyle yeni formlar kazandığı düşünülebilir.
Akkaya’nın şu belirlemesi de ilginç olmuş: Osmanlı tarihi bir yönüyle Alevi/Kızılbaş ayaklanma tarihidir. Yedi Ulu ozanların en önemlisi Pir Sultan Abdal’dır. Alevi felsefesini, estetik anlayışını temsil etmektedir. Pirlere de yer verilmiş kitapta. Dar Pirleri / Başöğretmen Fatma Ana/Şah Hüseyin, Hallac-ı Mansur, Seyit Nesimi, Fazlullah Hurifi. Alevi/Kızılbaş toplulukları çıkarları emekçi sınıflarla birleştiği için “sol” içinde yer almıştır.
Marx, Marksizm ve Din
Kitapta din ile ekonomik olgular arasında sıklıkla ilişki kurulmuş. Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçiş, üretim ilişkilerindeki gelişmeye bağlıdır. Yazara göre 1923 İzmir İktisat Kongresi toprak ağalığını ve kapitalizmi gözeten kararlar almak için yapılmıştır. Dinin kökeninde ekonomi vardır deniliyor. Buradan da Marx ve Marksizme bağlandığı anlaşılıyor. Marx açısından dini ortadan kaldırmak değil, dini ortaya çıkaran koşulları ortadan kaldırmak gerekir. Marx ve Bedreddin’in ortak yanı, “eylem felsefesi” yapmalarıdır. İkisi de maddi güce işaret eder, kitleleri ardından sürükler. Marx; ‘Diyalektik Materyalizm işçi sınıfının felsefesidir’ der.
Marx’ın din felsefesi Hegel ve Feuerbach’ın din felsefelerinden farklılık göstermektedir. Hegel için her şey tinin yansımasıdır, insanın özü geist’tır (tin, ruh). Feuerbach açısından ise din de dahil her şey insanın yansısıdır / insanın özü dindir. Liberalizm, insanın özünü mülkte bulmuştur.
Marx; insanın özünün toplumsal ilişkilerde ve mülkiyet biçimlerinde olduğunu söyler. Engels’e göre ateizm din içeriyor. Akkaya’nın dediğine bakılırsa ateizm de bir başka din oluyor. Yazar kendisini ateist değil materyalist olarak değerlendiriyor. Özgür ve eşit bir dünyada zaten dine de gerek kalmayacaktır. Sınıflı toplumlar dağıldığında, din de sönümlenecektir. Yazar Marx’ı bu şekilde özetliyor.
Kitapta Lenin ve din ilişkisinden de söz edilmiş. Marx dine; filozof, Engels; bilim insanı, Lenin politik kuramcı ve aktivist mantığıyla bakmıştır. Lenin dine karşı felsefi ideolojik mücadele gerekir, şiddet gereksizdir görüşünü savunmuştur. Çünkü şiddet dini güçlendirir. Mesela Bismark Almanya’da katoliklere karşı savaş açmış ve sonuçta onları yenmek yerine güçlendirmiştir.
Şeyh Bedreddin Devrimi
Kitapta Şeyh Bedreddin hareketi bir devrim olarak görülüyor: köylü devrimi. Osmanlı egemen sınıflarına karşı felsefi/ideolojik bilinçle halkı örgütleyip, ayaklandırmıştır Bedreddin. En önemli kitabı “Varidat”tır. Öte dünyaya inanmaz Şeyh. İyi bir eğitim almış varlıklı bir ailenin çocuğudur. Kitaplarını Nil Nehri’ne atarak, pratik mücadele içine girmiştir. Börklüce Mustafa ile Aydın’da, Torlak Kemal ile Manisa’da tanışır.
Ayaklanma için koşullar elverişlidir. Osmanlı Timur’a yenilmiş zor durumdadır. Halk yoksulluk içindedir. Ege ve Rumeli’deki Hıristiyan, Yahudi, Alevi/Kızılbaş, Sünni yoksullar bu ayaklanmalara destek verir. Şeyh İznik’te sürgündeyken Börklüce ve Torlak İsyanı başlar. Şeyh Rumeli’ye geçer. Bu bölge Alevilerin çoğunlukta olduğu bir bölgedir. Ayaklanmada ele geçirilir, işkence yapılarak idam edilir.
Kitap hakkında kısa bilgi vermiş oldum. Marx, “Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, oysa aslolan dünyayı değiştirmektir” diyor. Bununla bitiriyorum.
İyi ki okudum diye düşündüğüm bir kitabın daha sonuna geldim. Elinize, emeğinize sağlık Mehmet hocam.