Çağrışım psikolojisini David Hume’un keşfetteği söylenir. Üç alanda çağrışım söz konusu oluyor. Mekanın çağrıştırdıkları, zamanın çağrıştırdıkları ve olayların çağrıştırdıkları. Bunlara ilişkin örnekler vereceğim; fakat başlamadan önce iki noktayı belirteyim. Bir, Ağustos’u Malatya’da geçirdim ve halen de buradayım. Tanıdıklar, dostlar ve arkadaşlar burada olduğumdan haberdar oldukları için pek çok etkinliğe de davet edilmem ve katılmam söz konusu oluyor. İki, bu sene (2021) Ağustos ayının son haftası da Aşure etkinliklerinden dolayı özel bir süreci işaret etti. Alevi toplumunun, pekçok alanda uygulamasını gördüğümüz Aşure gününe birçok arkadaşla birlikte Malatya-Akçadağ’da (Ören köyü) katıldık. Köylülerle bir araya geldiğimiz Aşure gününde pekçok yazar, şair, politik aktivist ve eğitimciyle de bir araya gelme imkanı bulundu. Sanat, edebiyat ve günlük yaşama ilişkin ayrıca felsefeye ve bilhassa politikaya dair tartışmalar oldu. Meraklılar için aklımda kalan bir kaç konuyu paylaşmak istiyorum.
Geleneklerin Aşılması
Aşure etkinliği, Alevi/Kızılbaş kültüründe merkezi bir yer işgal ediyor. Geleneklerin aşılması sorunu açısından üzerinde düşünmeyi değer. Kolektif, dayanışma ve benzeri duygu ve düşünce biçimleri üzerinde düşünmek gerekir. İngiliz filozof Francis Bacon, geleneklere savaş açarken belki de sorunu biraz abartmıştır. Çünkü “eski olan” kötü, “yeni olan” iyidir denilemez. Kaldı ki tartışırken bir arkadaşın Marx’ı ve Marksizmi bu yönde yorumlaması bana sorunlu göründü. Güya Marx, her tarihsel momenti bir öncekine göre “ileri, ilerici ve devrimci” olarak görüyormuş. Böyle olsaydı bu görüş Marksizmden ziyade liberalizm olurdu. Oysa benim Marx ve Marksizmden anladığım; bugünkü moment, üretim güçleri açısından eskiye oranla “ileri ve devrimci”dir; fakat etik, estetik ve politik yönden “gerici” olabilir.
Mineyik Dedeleri ve Resmi İdeoloji
Aşüreyle devam edeyim. Ören Cem Evi ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Aşureyi birlikte pişirmişti. Yüzlerce köylünün katıldığı buluşmada “kambersiz düğün olmaz” misali ilçenin mülkü amiri de yerini almakta gecikmemişti. Kitle bu türden davetsiz misafirlere alışmış olmalı ki, herkes kendi alemindeydi. Ağzımız Aşure ile tatlanmıştı ki, Cem Evi’nin dedesi de ruhumuzu neşelendirmede gecikmedi. Şair İsmet Alıcı konuyu Mineyik Dedeleri’ne getirdi. Mineyik Arguvan’ın bir köyü. Denildiğine göre İlk Dedeler Kurultay’ı 1913’te (1915 de deniliyor) burada toplanmış. İsmet’in dediğinden anladığıma göre Osmanlı-Türk resmi ideolojisinin dedeleri. Yani devlet dedeleri.
Ödenen Bedeller, Kazanılan Haklar
Cemevlerinin durumunu düşündüm Aşure içerken. Cumhuriyet ile birlikte kaybedilen bir cepheydi. Şimdi Alevi, Bektaşi ve Kızılbaş toplulukları bu hakkı tekrar alıyor Türk egemen sınıflarından. Kanaatimce bunun için son otuz yıllık süreçte ortaya konulan mücadelenin rolü çok büyük oldu. Sivas’ta bir de büyük katliam yaşandı. Adeta bugünkü kazanımların bedeli ödenmiş oldu 2 Temmuz 1993’te. Aşure ve bedel ödeme düşüncesi, sanırım birçok kişiye tarihsel bedelleri de çağrıştırmıştır. Osmanlı’nın kapsamlı kıyımlarından birisi Yeniçeri katliamıyla -1826’da- gelmiş ve Bektaşi dergahları kapatılmıştı. Sonraki kıyım ve asimilasyon ise Cumhuriyet rejimiyle devam etti. Bazı arkadaşların yorumuna bakılırsa Mineyik Dedeleri de bu katliam ve asimilasyonlara eşlik etmiştir. Gazeteci-yazar Duran Özkan’ın söylediklerinden anladığıma göre Alevi/Kızılbaş toplumu, bu kıyımlara denildiği gibi sessiz kalmadı. Mesela Demokrat Parti kurulduğunda Aleviler, Cumhuriyet Halk Partisi’ne tepki olarak oraya yöneldiler. Bunda Hüseyin Doğan, İzzettin Doğan ocağının DP’yi desteklemesinin belirleyici bir etkisi olmuştur.
Nurhak Temalı Konuşmalar
HDP Malatya il başkanı Yusuf Bozkuş, 68 kuşağının devrimcilerinden Hasan Kırteke ve Süleyman Kırteke ile de görüş alışverişi ve tartışmalarımız oldu gün boyu. Günboyu diyorum, çünkü gün Aşure ile başlasa da su başında kavurma yemeği, dernek ve köy kahvesindeki toplantılarla gecenin geç saatlerine kadar sürdü buluşmamız. Süleyman Kırteke, 1968’in bölgedeki sol faaliyetlerine ilişkin konuştu. Nihayetinde piknik yaptığımız mıntıka Nurhak dağlarının eteklerinde bulunuyordu. Yani bitişiğimiz Sinanların katledildiği dağlardı. Bu dağların arkası da Kürecik idi ve Kaypakkaya’nın siyasal faaliyetler yürüttüğü mekanlardı. Çağrışım psikolojisi böyle zamanlarda iş başında olur. Mekan, zamanı çağrıştırır, zaman ise olayları ve kişileri akla getirir. Kavurma faslı sürecinde Nurhak temalı konuşma ve tartışmalar oldu. Süleyman Kırteke döneme ve bölgeye ilişkin kendisine sorulan pekçok sorunun yanıtını Ayrıntı Yayınları tarafından yakında basımı yapılacak olan kitabında cevapladığını belirtti.
Edebiyat, Roman ve Şiir
Nurhak dağlarının eteklerinde organize edilen pikniğe yaklaşık yirmi kişi davetliydik. Teşte kavurma yapıldı. Kavurmanın aşçısı Pir Sultan Abdal derneği başkanı Mazlum Köse’den başkası değildi. Aşçı değişmişti. Çünkü Aşurenin mimarları kadın arkadaşlardı. Mazlum Köse’nin, çoban salatası yapıp, közde biber pişirirken tartışmalara girmeyi, kimileyin de ortaya laf atmayı, soru sormayı ihmal etmediği, sanırım arkadaşların da dikkatini çekmiştir.
İsmet Alıcı ile M. Duran Özkan da çokça söyleyeceği olanlar arasındaydı. Roman, edebiyat, şiir üzerine konuşurken sık sık Duran hocanın konuyu siyasete ve HDP’ye getirdiği görüldü. Eleştiriler yaptı. İsmet ve diğer arkadaşlar ise roman, edebiyat, sanat ve siyasetten hareketle eleştirilere yanıtlar vermeyi tercih etti diyebiliriz. Bendeniz de boş durmadım, sık sık da öfkeli bir ses tonuyla konuştum.
Akdeniz Toplumunun Öfkesi
Orhan Pamuk’un romancılığı bahsinde de ikiye bölündüğümüzü anımsatmak isterim. Yine de kimin olumlu kimin olumsuz yönde konuştuğu pek de belli olmadı. Hepimiz kendi söylediğimizin çok önemli olduğundan emindik! Dolayısıyla şu soru manalıdır: Tartışmalar yeterince etik ve estetik incelik içinde oldu mu? Bu soruya “evet” demek zor. Konuşma sırasında bazen literatür ve jargon kullandık, bazen de gelişigüzel konuştuk. Sesimizi yükselttiğimiz de oldu. Akdeniz toplumuyuz ne de olsa. Üstelik ortamda resmiyet de yok, moderatör yok. Herbirimiz gündemsiz bir buluşmanın içinde olduğumuzun bilincindeyiz.
Aklımda kalan temalardan birisini Hasan Kırteke’den dinledik. Ona göre Türkiye, bir sanayi ülkesi değil. Kapitalizmin iç dinamikleriyle gelişme imkanı da yoktur. Proletarya yerine alt ve orta sınıf ülkesi. Muhalif kesimi de bu sınıflar oluşturuyor. ‘Türkiye’nin emperyalist ya da alt emperyalist olduğunu söyleyenler var’ diyerek itiraz edeyim dedim, ona verdiği yanıt da ilginç geldi bana: Türkiye emperyalist emelleri olan ama bu emellerini asla yerine getiremeyecek kadar da zayıf bir devlet.
Cumhuriyet ve Asimilasyon
Tarihçi arkadaşımız Erdoğan Durmuş’un da fırsat buldukça deli dolu sorularla kafamdaki pekçok tez ve teorinin canlı hale gelmesine vesile olduğunu belirteyim. Yüz yıllık rejimin faşist niteliği, “Kurtuluş Savaşı”nın sahteliği ve buna benzer konular üzerinden tartışmalar da sanırım Aşüre gününü epeyce zenginleştirmiştir. Bu konuda görüşlerimiz değişik olsa da, Cumhuriyetin Alevilik önünde engel olduğu, onu baskı altına aldığı ve asimilasyona tabi tuttuğu konusunda görüş birliği vardı. Erdoğan bir de “doğa felsefesi” kitabı yazmamı bekliyor.
Bitireyim. Alevilik konulu tartışmalar sıklıkla Kürt meselesi ve sınıf tartışmalarına kadar genişledi durdu. Tartışmaları köy kahvesine taşıdığımızda da yeni katılan arkadaşlarla konular çeşitlenerek sürdü. Burada KHK’lı dostların katılmasıyla temalarda kısmi değişiklikler olduğunu söyleyebiliriz. Kemal Tahir, Yaşar Kemal ve Orhan Kemal özelinde roman, şiir ve yazar eleştirileri biraz daha derinleşti.