Malatya-Hekimhan’da bir toplantıdaydık (20 Ağustos 2021). Romantizm, siviltoplumculuk, belediyecilik ve kamuculuk gibi konular üzerine düşünmemizi sağlayan tespit, açıklama, analiz ve öneriler yapıldı. Birçok demokratik kurumun birlikte organize ettiği toplantıda üretim, ürün, tüketim, kooperatifçilik, madencilik, doğayı savunma türünden pek çok konu bir araya getirilmişti. Bunca dağınık konuyu belli bir temaya bağlayarak sunmak kolay olmazdı ama konuşmalar birbirini izledi, temalar birbirine kolaylıkla bağlandı. Ne var ki pek çok bilinen konu tekrar edildi, süslü sözler birbirini izledi. Romantizm “ben burdayım” diye bas bas bağırdı. Romantizmin bu seslenişini de yazıya başlık yapayım dedim.
Filozoflar Halkı Aydınlatırsa!
Bilgili insana, bilinçli üretime, organik tarıma dikkat çekilen toplantıya gençlerin ilgi göstermemiş oluşu çok da sorun olmadı. Çünkü katılım iyiydi, kadın izleyicilerle birlikte salon 2-3 saat boyunca sürekli doluydu. Fakat tartışma kısmında dinamik bir hava söz konusu olmadı. Sanki bilgililer, filozoflar, Fransız andınlanmacılığında olduğu gibi bilgisizleri, halkı aydınlatmıştı!
Bu tarz toplantıların miadını doldurduğunu bir kaç yıldır söylüyorum. Yine de belirli liberal ve romantik geleneklerin etkisini sürdürdüğü anlaşılıyor. Bu geleneklerin en önemli çıkmazı kapitalizmi analiz ederken üretim ve yönetim alanından değil dolaşım (satış) ve tüketim alanından hareket etmeleridir. Toplantıda kooperatif yoluyla üreticinin daha çok kazanç elde edeceği ileri sürülürken bunu düşündüm.
Doğrudur, kooperatifçilik aracıyı, tüccarı ve tefeciyi ortadan kaldırır. Belli bir süre küçük köylü üreticisine kazanç da sağlar. İyi de büyük üretimle rekabet ne kadar sürdürülebilir ki? Piyasa (kapitalist pazar) var olduğu sürece üstelik yönetimi de sermayenin elinde olduğu müddetçe onunla nasıl yarışılır ki? Dolayısıyla parça parça da olsa ilgili üretimin yönetimini ele geçirmedikçe çabanız romantizmden başka bir anlama gelmeyecektir.
Yediğimiz Ürünlere Yabancılaşmak
Toplum sağlığı tartışılırken de değinilen pek çok nokta ilginçti. Yediğimiz ürünlere ne denli yabancılaşmış olduğumuz hatırlatıldı. Yediğimiz ürünlerin doğasını anlamak, bilgisini almak güzel bir duyguydu. Özellikle Malatya-Hekimhan’da yetişen ürünler anıldı. Dut, ceviz, pekmez, bal, peynir, ardıç, armut, üzüm, erik, kuşburnu, kayısı, süt, pınar suyu… Vahşi madencilik yoluyla bu ürünlerin doğayla birlikte kirletildiği ileri sürülürken “vahşi madencilik” ifadesi de sanırım izleyenlerin dikkatlerden kaçmamıştır. Yani kapitalizm iyi, vahşi kapitalizm kötüdür! Oysa kapitalizm doğası gereği zaten negatiftir, vahşidir.
Çevre Hukuku: Örgütlenmek!
Çevre sorunu, yalnızca o çevredeki insanların değil, yazar, sanatçı, hukukçu, kadın erkek tüm toplumun sorunudur belirlemesi önemliydi. Bu yüzden de birlikte mücadele gerekiyor. Buradan hareketle hukukçu kimliğiyle sunumunu yapan konuşmacının “örgüt” kavramına dikkat çekmesi umarım yeterince ufuk açmış ve etkide bulunmuştur. Konuşmacıya bakılırsa çevre hukuku, yeni bir hukuk dalıdır. Çevreyi, doğayı korumak anayasal bir haktır. Mücadele, miting, gösteri yapmak, bildiri dağıtmak, basın açıklaması, bunlar meşrudur, haktır, hakkı kullanmaktan korkmamak gerekir ve örgütler kurarak doğaya, ürünlere, çevreye sahip çıkmak gerekir.
Hukuka da bir eleştiri yapmak icap eder. Çünkü meseleyi hukukileştirmenin kendisinin de bir sorunsal olduğunu unutmayalım. Doğa ve toplum sorunlarını sınıf mücadelesi yoluyla değil veya sınıf mücadelesini hukuksal mücadeleye indirmenin kendisinin, toplumu ve insanlığı büyük bir çıkmaza sokacağını düşünüyorum.
Out Of Africa Teorisi:
Mezopotamya ile Malatya’nın Özgünlüğü
Konunun homo sapiense dek gerilere gitmesi de bir başka zenginlikti. Bir konuşmacıya göre ilk insanın Afrika’dan çıkıp (Africa aut teorisi) Yukarı Mezopotamya’da üretime başlaması Malatya açısından önemlidir. Buradaki besin kaynakları, iklim ve coğrafyanın özel bir önemi bulunuyor. Konuşmacıya göre Türkiye’deki maden arama ve işletme ruhsatlarının iller bazında en çoğunu, Malatya oluşturmaktadır.
Kır-kent çatışmasının da ele alındığı tartışmada. Kamuculuğun giderek yok olduğu, devlet memuru gibi görünen nice insanın taşeronlarda çalıştığı veya sözleşmeli olarak çalıştığı hatırlatıldı; dolayısıyla güvencesizlik olgusuna vurgu yapıldı. Konuşmacıya göre “köye dönüş” başlatılmalı; köy yaşamı, ekolojik tarım, kooperatifçilik daha iyi bir gelecek için idealdir. Aynı konuşmacının vurguladığına bakılırsa “köye dönüş” kampanyası yapılmalıdır. Böylece sanayi kapitalizminin de aşılacağına inanıldığı ortaya çıkıyor. Romantizme bir başka örnek de bu olsa gerek: “Köye dönüş” ile sermaye sisteminin aşılacağına inanmak.
Emperyalizm Doğayı ve Toprağı Zehirliyor
Doğa tahrifatının emperyalizm ile de ilgisine değinen bir başka konuşmacıya göre emperyalist devletler, tohumların doğasını bozmakla birlikte geri kalmış ülkeleri kendisine bağlı hale getiriyor. İlaç tüccarlarının ürettiği ilaçlar da doğaya zarar veriyor, yeni hastalıklar ortaya çıkarıyor. İlaç sanayisi, yeni hastalığı ise tekrardan yeni ilaçlar satarak kısır bir döngüye dönüştürüyor. Konuşmacı, bu noktada toprağın canlı olduğunu söylerken ve bu yüzden de onun da zehirlenme riskiyle karşı karşıya olduğunu hatırlatırken haklıdır. Sunumlarda emperyalizmin, zararlı üretimleri, kirli ve zehirli faaliyetleri bizimki gibi ülkelerde yapıyor oluşunun belirtilmesi de isabetli olmuştur.
Anti-komünizm:
Kooperatifçilik, Belediyecilik, Kamuculuk vs.
Sorunların ortaya konulmasında radikal tahlillerin yapıldığı sunumlarda, sıra çözüme geldiğinde ne yazık ki iyileştirmeler, toplumu bilinçlendirme, kooperatifçilik, kamuculuk türünden reform diyebileceğimiz ya da siviltoplumcu pratikler önerilmektedir. Bu anlayışlarda işsizliğe bile çare bulunmuş gibi görünüyor! Çünkü kooperatifin çalışanları olacaktır. Bu çalışanlar kadınları ve gençleri kapsayacaktır. Bunlar ara malzemeleri de üretecek şekilde organize olacaktır. Bana sorarsanız tüm bunlar 200 yıl evvel, adına ütopik sosyalistler denilen düşünürler kuşağının teorilerini anımsatmaktadır.
Bitirirken belirtmek isterim ki, sınıf mücadelesinin gerilediği koşullarda siviltoplumculuk, kamuculuk, belediyecilik, dernekçilik, kooperatifçilik türünden akım ve anlayışlara ilgi artıyor. Bu alandaki çabalar geçici olarak topluma olanaklar sunsa da, sınıf mücadelesiyle birleşmedikçe ve politik iktidarı hedeflemedikçe insanlık yararına devrimci-demokratik sonuçlar doğurmayacaktır. Dolayısıyla bu türden çaba ve uygulamalar, kapitalizmi yok etmez; onun ömrünü uzatmaya yaradığı gibi kapitalizmin yeniden üretimine katkı yapar. Komünist teori, bu tür süreçlere müdahalede bulunma ve kumanda etmede gerekli tavrı göstermezse gidişat anti-komünizme bile evrilebilir.