Din deyince çoğu insan klasik dinleri (Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam vs) anlıyor. Bu büyük bir yanılgı ve eksikliktir. Bugün dünyada din dendiğinde ben şahsen klasik dinlerden çok modern dinleri anlıyorum. Yani asıl, aktif ve etkili din Aydınlanma, laiklik, devletçilik, milliyetçilik, bilimcilik, hukukçuluk, ateizm, internet, marka, moda, futbol, çalışma ve tüketme bağımlılığıdır. Bunlara okul, medya, hastahane türünden kurumlar da eklendiğinde ideoloji ve “ideolojik aygıtlar” gibi terimlerden söz edildiği de bilinir. Tüm bu eski yeni aygıtları “yanlış bilinç”in değişik formları olarak tesbit etmek uygun görünmektedir. Din, cami, kilise, sinegog türünden dinsel mekanlarla okul, üniversite ve hukuk gibi seküler mekanlar ve bilinç formları arasında “nitel” bir fark olup olmadığı tartışmaya açıktır, açılmalıdır. Marksizmden anladığıma göre komünistler kendilerini klasik veya modern dinlerden birisiyle ilişkilendirmezler. Politik açıdan komünist olduklarını söylemekle sınırlanırken felsefi-ideolojik bakımdan ise diyalektik ve tarihi materyalist olduklarına vurgu yaparlar. Ne var ki kendilerini laik, Aydınlanmacı, ateist, bilimci, insan haklarına saygılı olarak tanımlayan/betimleyen “komünistler” ile karşılaşabiliyoruz.
Dinci Sermaye ve Seküler Sermaye
Modern dinleri çoğaltabiliriz. Bu dinler burjuvazinin dinleri olarak eski dinlerin yerini almış ya da almaya eğilimli dinlerdir. Klasik dinlere karşı mücadele ederken modern dinlere karşı daha büyük bir güçle mücadele edilmelidir. Bana göre iki tür dinin ikisi de tehlikeli olmakla birlikte asıl tehlike modern dinlerdir. Çünkü dünyayı “dinci sermaye” değil “seküler/laik sermaye” yönetmektedir. 20. yüzyılda ortaya çıkan emperyalist savaşlarda ve yine bunlara paralel olarak gelişen faşizm ve nazizmlerde klasik dinlerden ziyade modern dinler (vatan millet Sakarya edebiyatı) etkili olmuştur. Hitler veya Mustafa Kemal gibi tarihi kahramanların klasik dinler babında dindar olduklarını düşünmek yanlıştır. Ben şahsen faşist liderlerin tümünün -esasta- seküler oldukları kanaatindeyim.
Ulus-devlet inşasında etkili olan silahşör, kalemşör ve finansör üçlüsü arasında klasik dinler değil modern dinler belirleyicidir. Gerçi ulus-devlet düzeneği klasik dinlerden hiç bir zaman vazgeçmemiştir. Dolayısıyla diğer örneklerle birlikte modern Türk ulus-devleti de sanıldığı gibi klasik dinlerden muaf olmamış, İmparatorluk yıllarında “tek din”liyken Cumhuriyet ile birlikte “iki dinli” olmuştur. Eğer “dinci yobazlık” (Muhammedcilik) gibi bir ifadeye izin varsa “laik yobazlık” (Atatürkçülük) terimini kullanmamıza da fazlasıyla izin olmalıdır. İlki ulu peygambere tekabül ederken ikincisi ise ulu liderlere denk düşer. İkisinin bileşiminden de, ülkemiz için söylersek, Türk-İslam sentezi doğar. Yobazlık terimini kullanmak mümkündür. Çünkü dikkat ederseniz “modern insan” andığım burjuva kategorileri “ibadet” düzeyinde içselleştirmiş ve tüm duygusal yüküyle benimsemiştir. Bu değerleri, tıpkı klasik dindarlıkta olduğu gibi asla tartışmaya açma eğiliminde değildir.
Din Zenginlerin Değil “Halkın” Afyonudur
Günümüzde asıl “afyon”u klasik dinlerle birlikte bilhassa modern dinler bağlamında aramak lazım. Dinin afyon işlevi gördüğü söylenir. Hatta dinin afyondan da beter olduğunu ileri sürebiliriz. Dahası var. Bir, modern dinlerin klasik dinlerden daha beter olduğunu ileri sürüyorum. İki, Marx genel bir din, toplum ve afyon ilişkisinden söz etmez. Dinin yalnızca “halk” için afyon olduğunu söylemektedir. Demek ki din, sömürücüler ve çalıştıranlar için afyon işlevi görmüyor. Emekçiler açısından, o da, sınıf bilincinden uzak olanlar içindir. Benim açımdan sınıf bilinci afyonun panzehiri olarak işlev görmektedir.
Marx’ın, dini afyon metaforuyla andığı yerde “halka” vurgu yapmakla birlikte “protesto” terimine vurgu yapması da son derece önemlidir. Marx, Hegel ile polemik yaparken din konusunda şunları yazmıştır:
“Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün ‘dışavurumu’ ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı ‘protesto’ oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın ‘afyonu’nu oluşturuyor.”
Din “Kurnaz” ve “Uyanıklar”ın İcadı Değil!
“Din halkın afyonudur” ifadesiyle Marx’ın, dini negatif, aşılması gereken bir unsur, toplumun ilerlemesinin önünde bir engel olarak gördüğü doğrudur. Dahası var ama. Marx’ın din analizinde öncelikli olan nokta burası değildir. Burası, Marx açısından tali planda öneme sahiptir. Çünkü Marx için din, birilerinin afyon üreterek halkı zehirlemesinde olduğu gibi din yaratarak insanları kandırmaya çalışmasına benzetilemez. Çünkü Marx ve Engels’e göre dini birtakım “uyanıklar”, kurnaz sömürücüler, şeyhler, papazlar, imamlar icat etmedi. Toplumsal ilişkilerin, sınıflı toplumun
bağrından ortaya çıktı. Diğer faktörler de dinin biçimlenmesinde niceliğinin artmasında azalmasında rol oynamış/oynuyor olabilirler. Ama Marx ve Engels’in iddiası şöyle özetlenebilir: Din sınıflarla birlikte, üretim ilişkilerinin düzeyine paralel olarak ortaya çıkmıştır, sınıfların ortadan kalkmasıyla da son bulacak, sönecektir. Bu açıklama, modern dinler için de ziyadesiyle geçerlidir.
Eğer birtakım “kurnaz”, sömürücü, “üçkâğıtçı” kişiler, beyler, efendiler veya burjuvaların dini icat ederek halkı kandırdıklarına inanılırsa, bu anlayış en basitinden halkı küçümsemek, onları her anlatılana inanan saflar olarak görmek anlamına gelir ki, bu da doğru bir yaklaşım olmaz. Halk elbette yanılabilir ama Marx’ın din anlayışında halkın yanılsamasına, yabancılaşmasına imkân veren ekonomik, sosyal koşullar, insan ilişkileri vardır. Din bu koşulların bir neticesinde ortaya çıkıyor. “Kurnaz kişiler” denilenler, sömürücü sistemler dini ideolojik bir araç olarak kullanıyor olabilir. Devlet tamamen bu noktada işlev görmektedir.
Bilim Adamları Dine/Tanrı’ya İnanır mı?
Evet, inanırlar. Şuradan başlayalım. Türkiye’nin “bugünkü durumu” yukarıda söylediklerimi doğrulamaktadır. Dinci görünümlü bir “hükümet” var yönetimde ama arkasında seküler bir “iktidar” bulunmaktadır. Kaldı ki, demin söylediğim gibi Türkiye, cumhuriyetle birlikte ikinci bir dine, modern dinlere kavuşmuş oldu! Klasik din (İslam) geriletilmediği gibi yanına ve hatta bir adım önüne, milliyetçilik, Türkçülük, Kemalizm gibi eskisinden daha güçlü bir din getirilmiş oldu. Cumhuriyetle birlikte ezilen, devrimci dinlerin -kızılbaşlık, kurtuluş teolojisi, anti kapitalist Müslümanlık ya da Bedreddinilik- varlığı konusuna kısaca değinmekte yetiniyorum. Komünistler, ezilen ulusların yanında yer aldıkları gibi ezilen inançların yayında da yer almakta bir beis görmezler. Bununla birlikte her tür dinsel, teolojik duygu ve düşünce arasında -öz itibariyle- bir farklılık olmadığının da altı çizilmelidir.
Klasik ve modern dinler ile bilim arasında doğrudan bir bağ olduğu kanaatinde de değilim. “Bilim gelişirse din geriler” türünden bir klişe doğru olduğu zannedilen büyük bir yanlıştır. Şu kadarını ifade edeyim ki, düşün, sanat ve bilim adamlarının neredeyse tamamı Tanrıya inanmıştır/inanmaktadır. Örneğin Kepler, Newton ve Darwin gibi bilimcilerin Tanrı’ya inanmadığını kimse iddia edemez. Ayrıca okul, hastahane, muayene gibi yerlerde sağlık, eğitim, tıbbi hizmet veren doktor ve benzeri hoca ve akademisyenlerin de Tanrı’ya inandığını biliyorum. Diyelim ki Nietzsche gibi bir filozof da Tanrı’ya inanmamış olsun. Ne çıkar? Zira Nietzsche gibilerin “klasik Tanrı” yerine koydukları “modern Tanrı” eskisinden bin beterdir. Çünkü sınıflı toplum uygarlığını besleyen ve yeniden üreten yeni Tanrılar icat edilmiştir/edilmektedir.
Demem o ki, insanların bilim yapmaları, bilimsel etkinlik içinde olmaları, onları dinden, teolojiden ve metafizikten özgürleştirmiyor. Materyalizm ve Ampiriyo Kritisizm (Lenin) adlı kitabı anmak isterim. Lenin’in deneycileri, aynı anlama gelmek üzere bilimcileri, pozitivistleri eleştirdiği kitaptır. Çünkü Lenin’in itiraz ve hücumlarına bakılırsa Alman/Avusturyalı düşünürler olan E. Mach ve R. Avenarius bilimciliği, pozitivizmi ve ampirizmi materyalizm olarak hatta tarihi materyalizm olarak sunmuşlardır. Benim anladığım Lenin haklı olarak bu türden felsefeleri idealizm olarak değerlendiriyor ve teolojiyle aynı kefeye koyuyor.
Gökyüzünü Değil Yeryüzünü Eleştirmek
Klasik ve modern dinleri geriletecek olan, din ve Tanrı düşmanlığı değil sınıf bilinci ve sınıf mücadelesidir. Marx’ın dediği gibi din eleştirisi dönemi sona erdi. Dini ortaya çıkaran feodal, kapitalist ve emperyalist düzeneğin kendisini ortadan kaldırmak gerekir. Yani dünyevi olanı ortadan kaldırmak, benzetmeyi mazur görün, bataklığı kurutmak gerekiyor. Nitekim Marx Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi‘nde şöyle yazmıştır: “Almanya konusunda dinin eleştirisi özsel olarak sona erdi ve dinin eleştirisi de tüm eleştirinin hazırlık koşulunu oluşturuyor.” Marx’ın “sona erdi” dediği klasik dinlerin eleştirisidir. Yeni eleştiri konusu ise modern dinlerdir, kapitalizmle birlikte icat olanlardır. Aynı yerde Marx daha da belirgin olarak şunları yazmıştır: “Böylece gökyüzünün eleştirisi yeryüzünün eleştirisine, dinin eleştirisi hukukun eleştirisine, tanrıbilimin eleştirisi de siyasetin eleştirisine dönüşüyor.”
İnanç, Din ve Sınıf Bilinci
Bilmek, inanmayı gerektirir. Bu yüzden inanç terimini metafizik içerikte kullanmak ve bu kullanımı mutlaklaştırmak doğru değildir. Unutmayalım ki, bilmek inanmakla başlıyor. Çünkü bilgi dediğimiz düzeneğin nesnelliği yansıttığına inanmamız gerekir. Yani “inanmanın diyalektiği” diyorum. Teozof, Anselmus filozoflara karşı olarak “anlamak için inanıyorum” demişti. Biz tabir yerindeyse materyalist inanmadan söz ediyoruz.
Bilmek ve inanmak arasında diyalektik bir bağ var. Bilme etkinliği deyince ben bilinci anlıyorum. Bilinç deyince de sınıf bilincini anlamak gerekmektedir. Burası din sorunu açısından çok önemli. Çünkü ancak sınıf bilinci edinen kişi ve kesimler klasik ve modern dinlerden özgürleşip uzaklaşabilir. O halde bilinçli kişi kime denilir? Emekçiler cephesinde ürettiği zenginliğe kapitalistin ya da bir başka sömürücünün el koyduğunun farkında olan kişiye bilinçli kişi diyorum. Ancak bu bilinç düzeyinde yaşayan birisi dine reddiye çıkarabilir. Ancak sömürünün ve sınıfların olmadığı bir dünyada dine ihtiyaç olmayacaktır. Yoksa bilimin gelişmesi veya bilim adamının çoğalmasıyla din ortadan kalkmaz. Bilimin gelişmesiyle olsa olsa yeni dinler ortaya çıkar. Yani bir bilimci, eğer küçük bir azınlığın büyük bir çoğunluğu sömürdüğünün bilincinde değilse, topluma bu yönde bir bilinç şırınga etmiyorsa dine karşı bir tavrı yoktur demektir.
İşçi, emekçi ya da çalışan, ürettiğinin yarısına veya büyük ya da küçük bir kısmına birilerinin (eskiden feodal bey, şimdilerde kapitalist vs) ey koymasında bir terslik görmüyorsa dünyayı Tanrı’nın yarattığı fikrinde de ha keza Tanrı’nın dünyayı yönettiğinde de bir terslik görmeyecektir. Buradaki tersliği gören biricik filozofun Marx olduğunu düşünüyorum. Demek ki tersliğin, dinin, Tanrı’nın kaynağı kendileri değil onlara temel teşkil eden üretim biçiminin kendisidir. Modern dinlerin ortaya çıkışı da bu analizimizi doğrulamaktadır. Bu bağlamda klasik dinleri kölecilik ve feodalizm ideolojisi olarak değerlendirirken modern dinleri ise burjuva ideolojisi olarak değerlendirmek gerektiği de açık hale geliyor.
Emperyalizm Çağında Din
Feodalizm tasfiye sürecine girip de burjuvazi gelişince klasik dinlerin sönümlenme eğilimine girdiği ve modern dinlerin gelişmeye başladığı görülmektedir. Modern sınıflı toplumlar var olduğu sürece “klasik dinler” şişirilerek önümüze getirilse bile asıl gelişen ve etkili olan “modern dinler” olacaktır. Bu yüzden “modern dinler”, bunlara temel teşkil eden iktisadi yapılar ortadan kalmadıkça “klasik dinler” asla son bulmayacaktır. Marksizmin bazı yorumlarının (üretici güçler teorisi) sandığı gibi emperyalizm, kendine payanda olan bu “yanlış bilinç”in değişik biçimleri olan dinlerin ve ideolojik bilinç formlarının tasviyesinden yana değildir.
Burada değindiğim konuları, meraklılar için belirtmek isterim, Din Felsefesi adlı kitabında epeyce açtığımı düşünüyorum…