Bu hafta (9 Temmuz 2021) tatil yapmak, yakınlarımı görmek ve entelektüel etkinliklerde bulunmak üzere İstanbul’dan Malatya’ya (köye) geldim. Düşünür, filozof, sanatçı ya da bilimci ile tatil kavramını bir araya getirmek zordur. Bedene tatil yaptırsak bile zihne, düşünceye tatil yaptırmak kolay olmuyor. İki üç günlük tecrübeden hareketle Malatya’nın sosyo-iktisadi özelliklerine ilişkin kısa bir değerlendirme yapmak istedim…
Büyük çoğunluk yakın bir gelecekte büyük kayısı bahçelerine sahip olacağına ve zenginleşip sınıf atlayacağına inanıyor. Genç kuşakların bir bölümü kamuda, bürokraside işe yerleşme planları yapıyor. Halen diplomanın her kapıyı açan bir imkan olduğuna inananlar da az değil. Bir milyona yakın öğretmenin atama beklediğine ise kimse inanmak istemiyor. Kamusal imkanların yalnızca küçük bir azınlık için geçerli olacağını düşünen yoktur denilebilir. Ülke ve dünya gerçekleri yerine “hayali” ve “bireysel” olana inanma eğilimi çok güçlü. Bu da dünya, ülke ve bölge düzeyinde liberal felsefenin ve resmi ideolojinin ne denli güçlü ve belirleyici olduğunu göstermektedir.
Kayısının, Malatya piyasasını büyük oranda belirlediğini kimse inkar etmiyor. Kayısının yarattığı olanakların civar illeri de etkilediğini düşünebiliriz. Kayısı işçiliğini temelde Kürdistan işçi sınıfı denilen kesim üstlenmektedir. Suriyeli ve diğer mülteci topluluklarını da unutmamak gerekir. Bu da yeni sınıf analizlerine imkan sunuyor. Bu gerçekliğe rağmen Malatya’nın, Kürt ulusal bilincinin en zayıf olduğu kentlerden birisi olduğu görülmektedir. Bunu anlamak zor olmasa gerek. Çünkü kayısının yarattığı toplumsal zenginleşme yalnız ulus bilincinin değil sınıf bilincinin gelişmesi önünde de bir engele dönüşmüştür. Bununla birlikte kayısı üretiminin emek yoğunluklu bir üretim olduğunu, işçi çalıştırma dışında tüm aile üyelerinin de yoğun bir emek sarf ettiklerini unutmamak gerekir.
Şehir-kır ilişkisi çok dikkat çekici. Yarı köylü yarı kentli bir kesim var ve bu çok baskın. Hem kırda hem kentte sömürüye maruz kalan bir nüfusun varlığını da eklemem lazım. Bu kesim büyük bir emek sömürüsüne maruz kaldığının bilincinde değil. Çünkü köydekiler kadar sömürülmediğine inanıyor. Şehirde de kısmen çalıştığı için bir işçi kadar da sömürülmediğini düşünüyor. Aslında gün 24 saat, potansiyel olarak üretimin içinde kalıyor ve kapitalizm için yaşamış ve çalışmış oluyor. Mesela karı koca emekli gelirine sahip olduğu halde yine de en ağır çalışma şartları içinde olan insanlar var. Bu belki de 60 yaşını geçmiş tüm Malatya yarı köylüsü için geçerlidir.
Çocuklukta başlayan iş yaşamı ölünceye kadar sürdüğü için ister istemez insanlar maddi imkanlara da sahip oluyor. Maddi imkanlar ise geleneksel değerlerin erozyona uğramasını beraberinde getiriyor. Geleneksel ideolojinin yerini kapitalizmin mantığına uygun olarak “çalışma ideolojisi” dolduruyor da diyebiliriz. Çalışma ideolojisi, burjuvazinin yeni dinidir. Klasik dinlerle uyutulamayan kitleler modern dinlerle uyutulmaya çalışılıyor. Yani laiklik, Aydınlanma, Atatürkçülük, milliyetçilik türünden bir din diyebiliriz…. Maddi imkanlar ve buna eşlik eden “çalışma ideolojisi” her zaman olduğu gibi kişinin kendi sınıfsal konumunu ve toplumsal gerçekleri görmesinin önünde bir engele dönüşüyor. Dolayısıyla böylesi koşullarda felsefi-ideolojik mücadeleye daha büyük bir rol düşüyor/düşmektedir…
Felsefi-ideolojik mücadeleye dikkat çekmek istiyorum. Çünkü küçük üretici ve emekçi sınıflar, Kürtler sosyal ve sınıfsal pozisyonlarını kavramaktan uzak bir görünüm sunmaktadır. Toplumda örgütlenme bilinci her alanda zayıf olduğu için üreticiler bir belirleyici dinamik olmaktan uzak. Kayısı fiyatlarının tüccar ve tefecilerle manipüle edildiği söyleniyor. Yerli halk düzeyinde -ilginçtir- tipik bir proleterleşme olduğunu söylemek zor. Proleteryadan söz edilecekse diğer Kürt kentlerinden gelenleri anmak gerekir. Yarı feodal dememek için yarı köylü ifadesini kullanıyorum Malatya köylüsü ve kentlisi için.
Bireysellik ve buradan da sınıf atlamaya eğilimli bir toplum söz konusu. Yine de yoğun bir emek faaliyeti var. Sömürü çok yüksek. Tabir yerindeyse kendi kendini sömürme demek lazım. Tabi bu da kapitalizmi besler. Yoğun sömürüden dolayı devrimin objektif koşullarının var olduğunu düşünüyorum. Bunun toplumsal düzlemde bilince çıkarılması gerektiği açıktır.
Bunun için sınıf mücadelesini merkeze alan felsefi-ideolojik mücadeleyi daha da geliştirerek yaşama müdahale etmek gerekiyor…