Hafta sonu (19 Haziran 2021) Güngören Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Cem Evi’nde idik. Alevilik ve İslam arasındaki ilişkiye felsefi bir yorum getirmek konu başlığı olarak düşünülmüştü. Aleviliğin, gerçekte Kızılbaş inanç topluluğunun evrim geçirmiş bir hali olduğu, sunum sırasında vurgulanan belirgin temalardan birisi oldu. Pandeminin yarattığı tedirginlik nedeniyle, gerekli sağlık önlemlerine de özen gösterilen toplantıya sınırlı sayıda bir katılım oldu. Sunumun önemli yargılarından birisini şöyle özetlemek mümkündür: Alevilik, Kızılbaş geleneğinin bir devamı olarak bilinir ve İslam ile sınırlı bir yakınlığı olsa bile ondan farklı bir inanç sistemi olarak özgün bir yerde bulunmaktadır. İçeriğini bu yazıda kısaca da olsa özetlemek istediğim konferansa dernek ve cem evi başkanı Kenan Yerlitaş eşlik ederken, moderatörlüğü ise Buse Alhas üstlendi.
Dinlerin ortaya çıkması ile diğer sosyal düşünce formlarının yani bilim, sanat, felsefe, hukuk, siyasetin ortaya çıkmasının mekanizması benzerdir. İnsanlığın hayvandan ayrılarak üretime başlaması bir dönem noktasıdır. Daha da önemlisi, toplumun kendisine yeteninden fazlasını üretmeye başlamasıyla ortaya çıkan toplumsal artı ürünün meydana gelmesi ve büyümeye başlamasıdır. Sosyal bilinç biçimleri, bu sürecin sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Bu süreç, aynı zamanda sınıfların ortaya çıkması sürecine tekabül etmektedir. Sonda söylenmesi gerekeni baştan söyleyelim ki, diğer bilinç biçimleri gibi din ve her türden teolojik unsur, sınıfların ortaya çıkmasıyla tarih sahnesinde görülmeye başlamışlardır, bunlar sınıfların yok olmasıyla da dünyadan silineceklerdir. Bu yönüyle tüm dinlerin ve teolojilerin benzer nitelikte olduğunu söylemek mümkündür.
Bütün teolojik inanç odaklarının aynı zaman diliminde, özel mülkiyetle, sınıflarla ortaya çıkmaları birlikte yok olacakları bir gerçeklik olsa da, bu durum tüm dinlerin aynı kefeye konulacağı anlamına gelmez. Kaldı ki tüm bilim, sanat ve düşün disiplinlerinin ilerici, tüm dinlerin ise gerici rol oynadığı gibi genel ve toptancı bir bakış açısı da gerçekliği yansıtmaz. Zira bazı tarihi koşullarda dinler ileri rol oynarken bazı tarihi koşullarda bilim ve düşün disiplinlerinin gerici rol oynadığı da görülmüştür/görülmektedir. Kapitalizm koşullarında burjuva bilim ve düşün disiplinlerinin ilerici bir rol oynadığını kim iddia edebilir? Atoma ilişkin bilim ve teknoloji nedeniyle emperyalist savaşlarda on milyonlarca insanın katledildiğini hatırlatmakla yetinelim.
“Alevilik ve İslam” başlıklı sunumda asıl olarak Alevilik üzerinde bir yoğunlaşma oldu. Bunun motivasyonlarından birisi, Alevi/Kızılbaş inancının ezilen bir din olmasında ve tarihsel serüvenini de dikkate aldığımızda bir direniş dini olarak var olmasıdır. Ezilen uluslar gibi ezilen inanç topluluklarından söz etmek de meşrudur. Bu inanç biçimine yakından bakıldığında İslam ile bazı benzerlikleri saptansa da farklılıklarının daha çok olduğu görülecektir. Nihayetinde Alevi/Kızılbaş inancı, bazı yaklaşımlara göre yalnızca bir inanç da değildir. Onun bir yaşam biçimi olduğu, bir kültür ve hatta bir felsefe olduğu da ileri sürülmektedir. Bu türden yaklaşımların İslam’da veya diğer dinlerde olduğunu ileri sürmek zordur.
Sunumda dikkat çektiğim meselelerden birisi, Alevi inancının kendisine özgü bir felsefesi olduğu, bu yüzden de diğer dinlerden ayrıldığıydı. Mesela Alevi hukuk felsefesi biçiminde bir kavramlaştırmaya imkan veren olgular saptayabiliyoruz. Görgü cemlerinde kurulan halk mahkemeleri bunun en özgün kanıtıdır. Böyle bir hukuk felsefesine paralel olarak bir etikten ve Alevi ahlak felsefesinden de söz edilebilir. Çünkü Alevi/Kızılbaş popüler kültüründe de sıklıkla tekrar edildiği üzere bir düşünce vardır: Eline, Beline, Diline sahip olacaksın. Yani çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, başka kadın ve erkeklere istemedikleri davranışlarda bulunmayacaksın.
Alevi/Kızılbaş kültürünün kendisine özgü bir eğitim felsefesi olduğu da çok barizdir. Adına dergah ve zaviye denilen kurumlar vardır. Ayrıca bu kurumlarda eğitimin nasıl olması gerektiğini gösteren müfredatlar vardır. Örneğin dört kapı kırk makam müfredatında hukukun ilk sırada gelmesi manidardır. Bunun gibi felsefelerden, örneğin Alevilere özgü bir varlık felsefesinden (vahdet-i vücut) söz edilebileceği gibi insan felsefesinden, toplum felsefesinden (eşitlikçi toplum) söz etmek de olasıdır. Alevi/Kızılbaş inanç merkezlerinin 1924 yılında Türk egemen sınıfları tarafından kapatıldığı biliniyor.
Cumhuriyet rejiminin de, İslam’ı resmi din yapıp Alevi/Kızılbaş inancını bastırması, yasaklaması, taraftarlarını Selçuklu ve Osmanlı’da olduğu gibi kılıçtan, katliamdan geçirmesi de bu inancın, İslam olmadığını ve kendisine özgü bir inanç, felsefe ve kültür olduğunu göstermektedir. Toplantıda ileri sürülen bu görüşler büyük oranda ilgi ve kabul görürken kimi dinleyicilerin “Alevilik hakiki İslam’dır” türünden yaklaşımları da salonda tartışılma olanağı bulmuştur…