Uygarlık tarihine geçişle birlikte insanlık pek çok kurumu da beraberinde getirmiş oldu. Daha doğrusu uygarlıkla birlikte yani sınıflı topluma geçişle beraber kültürel ürünler de kendilerine yeni toplumlarda mekan bulmuş oldular. Bilim, sanat, siyaset ve felsefe yanında dinler ve değişik inanç ve ibadet biçimleri de bu sürece eşlik etmiştir. Alevi/Kızılbaş inancı da bunlardan birisidir. Bu inanç biçimi ya da değişik adlandırmalarla da ifade edilen kültür ve felsefe de, sosyal, entelektüel ve politik gündemde sıklıkla yer almaktadır. Yine buna benzer etkinliklerden birisi de bu hafta sonunda (12 Haziran 2021, Cumartesi. TSİ: 20.00’de) zoom üzerinden yapılacak. Organizasyonu Almanya’da faaliyet yürüten “Alevi Araştırma ve Eğitim Enstitüsü” yapıyor.
Alevi/Kızılbaş kültürüne pek çok açıdan açıklama yapıldığı, araştırma ve incelemeler yayınlandığı biliniyor. Bu yüzden de Alevi araştırmacısı, Alevi tarihçisi, Alevi kanaat önderi türünden kavramlaştırmalar da söz konusu olmuştur/olmaktadır. Bu haftaki sunumda ise konuya felsefi bir yorum getirmek istiyoruz. Birçok okur ve arkadaşın anımsayacağı gibi Yeni kitabım olan Din Felsefesi’nde Aleviliğin, “büyük dinler” içindeki yerini saptamaya çalışan açıklamalar yer almaktadır. Bunu toplantıda da yansıtma niyetindeyim. Alevi/Kızılbaş kültürünün pasif bir din olmak yerine neden “devrimci din” ya da “din olmayan din” biçiminde betimlenmesi gerektiği de söz konusu edilecektir.
Kızılbaş/Alevi kültürüne yakından bakıldığında “büyük dinler”e benzemediği, kendisine özgü oluğu, sözlü kültür geleneğine dayandığı, Dar pirlerine, Dergah sistemine göre organize olduğu hemen dikkati çekmektedir. Otoritelerle çatışan olması bakımından da egemen sınıflarla karşı karşıya geldiği bir gerçektir. Üstelik bu özelliği günümüzde de değişmiş değildir.
Kendisine özgü toplum felsefesi olduğunu “kamil toplum” ütopyasından anlamak mümkündür. Doğaldır ki bir çok bakımdan da tipik teolojik ve metafizik özellikler gösteriyor. Yine de bilime, akla, sanata, dünyevi olana ilgisi nedeniyle klasik dinleri aşan bir konumda bulunuyor. Alevi/Kızılbaş kültüründe zengin bir felsefe bulmak olasıdır.
Varlık felsefesi bakımından düşünüldüğünde Hallac-ı Mansur’la özdeşleşen vahdet-i vücut ilkesini anmak gerekir. Varlık bir bütündür ve varlık tarzları arasında hiyerarşi bulunmuyor. Kırklar Cemi türünden mitolojik kurgular da bunu kanıtlamaktadır. Bunun sonucu siyaset ve toplum felsefesine yansımaktadır: Toplumun sınıflara bölünmesi Meşru değildir. Bunu göstermek üzere Baba İlyaslardan Şeyh Bedreddinlere dek pek çok pratik duruş, direniş ve devirme eylemi gerçekleştirilmiştir.
“Aleviliğe Felsefeden Bakmak” başlıklı bir toplantıda Alevi eğitim felsefesinden, Alevi hukuk felsefesinden de söz etmeden olmaz. Buna göre Alevi kültüründeki eğitim kurumaları (üniversiteler) olan merkezi dergahları anmak gerekir: Kaygusuz Abdal Dergahı, Abdal Musa Dergahı, Hace Bektaş Veli Dergahı, Seyit Ali Sultan Dergahı ve Şahkulu Dergahı. Keza Alevi/Kızılbaş hukuk felsefesi deyince de görgü cemlerindeki “halk mahkemelerini” anmak gerekecek. Alevi hukuk felsefesinin devamı olarak da Alevi ahlak felsefesini görüyoruz ki. Eline, beline, diline sahip ol ilkesi, bu felsefeyi işaret etmektedir.
Programa katılmak isteyenler yayın saatinde şu lingi tıklayabilir:
https://us02web.zoom.us/j/5348598424?pwd=OE1iMS9aaXdWZUJjbHlOSnNPTktJUT09