Sokrates, Platon ve Aristoteles yalnız yaşadıkları dönemin en büyük felsefelerini kurmakla kalmadılar. Aynı zamanda kendilerinden sonraki felsefeleri de büyük oranda etkilediler. Belirlediler yerine “etkilediler” ifadesini bilerek kullanıyorum. Çünkü felsefeler, diğer felsefelerden yalnızca etkilenirler. Onları belirleyen ise çağın ve çağların ekonomik, sosyal özellikleridir. Bu yüzdendir ki Üç Büyükler olarak bilinen Sokrates, Platon ve Aristoteles’ten sonra koşulların değişmesi nedeniyle de yeni felsefeler ortaya çıkmıştır: Sokratesçi Okullar, Pyrrhonculuk (kuşkucu felsefe) Epikuros felsefesi ve Stoa felsefesi. Felsefenin Gözü’nde bu hafta Helenistik dönemin felsefeleri olarak da bilinen bu düşünceler ele alınıyor. Bu felsefelere bakarak felsefenin odak noktası doğuya kaymıştır da diyebiliriz. Çünkü, felsefe Büyük İskender’in seferlerine ve Roma imparatorluğuna paralel olarak tüm dünyaya yayılma imkanı bulmuştur. Bu haftaki konu ‘Devrimin merkezi Doğu’ya kaymıştır” düşüncesini anımsatıyor.
Üç büyükler, yasalara, devlete ve toplumsal değerlere düşkün ve bağlı olmakla tanındılar. Sokrates, Platon ve Aristoteles’e göre toplum birey için değil birey toplum içindir. Aristoteles açısından insan, doğuştan toplumsal bir hayvandır. El, kol, kulak, ayak, bacak nasıl ki vücut içinse bireyler de, içinde yaşadıkları toplumun parçasıdırlar. Ona göre organlar tek tek varlıklarını sürdüremezler ve dahası ancak vücut ile birlikte varlık kazandıkları gibi tek tek insanlar da ancak toplum, devlet ve polis için ve poliste var olabilir. Buna siyaset biliminde “organizmacı devlet teorisi” deniliyor. Günümüzde ve ülkemizde olan da bundan başkası değildir. Ne var ki bu anlayışlar birçok kez faşizmlerin, faşist diktatörlüklerin kurulmasına neden olmuştur, olmaktadır.
Felsefenin Gözü, bu hafta Üç Büyüklerin, organizmacı toplum teorilerinin hangi koşullarda eridiğini, buharlaştığını konu ediyor. Programda, Pers ve İskender savaşlarının, küçük üretimi ve gelişmekte olan ticari ilişkileri yok etmesinin teorik alana nasıl yansıdığını açığa çıkarmayı amaçlıyoruz. Böylesi güvensiz ortamlarda topluma ve devlete olan inançlarını yitiren halk kitlelerinin kendi içlerine döneceklerini, mutlaklaştırmasak bile, anlamak zor değil. İşte toplum yerine bireye yönelen ve kişisel hazları çıkar yolu sayan, aynı zamanda düzene, topluma itiraz eden Sokratesçi Okulların ortaya çıkması da bu bireysellikle ilgilidir.
Programda üzerinde durulacak olan Epikuros felsefesi, insanın haz kaynaklarına dikkat çekerken atomculuk gibi materyalist diyebileceğimiz düşüncelerin teorisini yapmıştır. Yalnız kaba hazcılıktan söz edilemez elbette. Bir örgüt gibi organize olarak yaşayan ve felsefe yapan Epikurosçular manevi ya da entelektüel hazları merkeze koymuşlardır.
Programda üzerinde duracağımız bir felsefe okulu da Stoacılık olacaktır. Stoacı felsefe deyince ilk olarak akla gelmesi gereken kişi Kıbrıslı Zenon’dur. Dışa yönelmek yerine huzuru içe yönelmekte arayan ve bulan bu felsefeye göre insan az ile yetinmeyi, daha doğrusu olan ile yetinmeyi bilmelidir. En iyi hayat ve anlayış erdemli olmayı gerektirir. Erdemli olmak da bir nevi insanın kendi kaderine razı olarak yaşaması, dolayısıyla hırslarını törpülemesi, zamanı geldiğinde de ölmesini bilmesidir. Stoacılığa göre doğadan gelen insan, zamanı geldiğinde kendi yaşamına son vermesini ve yeniden doğaya dönmesini bilmelidir.
Bu hafta, salı günü ele alacağımız Sokratesçi Okullar, Epikurosçuluk ve Stoacılık, pekçok bakımdan, günümüzde moda olan post-modern ve anarşist felsefeleri anımsatıyor…
Felsefenin Gözü’nü izlemek isterseniz program saatinde şu lingi tıklayabilirsiniz: