Bir yıla yakın bir zamandır on kişiyi aşkın bir arkadaş topluluğu ile haftalık buluşmalarımız oluyor. Kovid-19’un da sınırladığı koşullar gereği buluşmalar dijital ortamda gerçekleşiyor. Dolayısıyla “Zoom grubu” da diyebiliriz. Bu hafta Thomas More’un Ütopya adlı eseri üzerine bir sunum yapıldı. Sunumu mühendis ve şair arkadaşımız Ahmet Kınay yaptı. Her haftakinden biraz uzun süren programda Ütopya için detaylı bir özet verildi ve kısmen de yazarının biyografisi konuşuldu.
Ütopya, sizlerin de hatırlayacağı gibi 15. ve 16. yüzyıllarla bağlantılı bir eser. Kınay sunumunda, Ütopya’nın etimolojisini yaparken “olmayan yer” anlamına geldiğinden hareketle içeriğini birçok bakımdan açıkladı. Ütopya’daki sosyal yaşamın nasıl olduğunu, komşuluk ilişkilerin niteliğinden tutalım da çalışma saatleri, çalışma koşullarının nasıl düzenleneceği ve sınıfların konumu, kölelerin durumu gibi temalar üzerinden bilgiler paylaştı. Belki ilginç noktalardan birisi de konuşmacının, Ütopya’daki durumla Şeyh Bedreddin ve Marx ile bağlantı kurması oldu. Bu noktada kendisine eleştiriler de yapıldı.
Ütopya’da Din Sorunu
Kınay’a bakılırsa Ütopya’da çalışma sürelerinin altı saate indirilmesi, seçimlerin yapılması, yönetimin demokratikliği, iç savaşın yasaklanması, kölelerin dışarıdan edinilmesi gibi uygulamalar olsun, evlilik ve aile düzeninin pozisyonu oldukça ileri bir çağı temsil etmektedir. Dolayısıyla bu şekliyle Ütopya bir toplumsal model olabilir. Konuşmacı, Ütopya’da bir de sorun görüyor: Din. Dinlerin serbest oluşu, üstelik onlara özgürlük tanınması, dini sınıfların varlığı, Ütopya’nın ruhuna aykırı olarak değerlendirilmektedir.
Sunumda Ütopya’nın içeriği detaylandığında halkın beslenme ve besinlere nasıl sahip oldukları, yoksulluğun durumuna kadar genişler. Ütopya’da bolluk olduğu için bu türden sorunlar çoktandır müzelik olmuşa benziyor. Belli bir kültür de oluşmuş, kimse gereğinden/ihtiyacından fazlasını istemiyor. Depolarda brikmiş ürünler var. Bu yüzden kimsenin aç gözlü olmasına, gelecek kaygısı gütmesine de lüzum kalmıyor. Yine sunumda Platon gibi filozofların, Aragon gibi kralların isimlerine de gönderme yapılması bir zenginlik olarak hatırlatılmalıdır.
Farabi’nin Erdemliler Şehri
Kınay, Ütopya’yı savunarak yaptığı sunumda burada ortaya konan hukuk kuralarını, ceza yasalarını, kölelik kurallarını da, ayrıntılar vererek işaret etmiştir. Ütopya’daki eğitim sorunu, çocukların durumu ve güvenlik politikaları da hatırlatılırken “kötü eğitim yöntemleri” de asıl problem olarak altı çizilen noktalar oluyor. Keza toplumsal eşitlik sağlanmadıkça herkesin güvende olmayacağı, eser kahramanı Raphael’in ağzından verilmektedir. Para çaldığı için insanları öldürmenin mahkum edildiğini ve bu sorunu çözmek için de sorunu ortaya çıkaran koşulların düzeltilmesi gerektiğini de öğrenmiş oluyoruz.
Sunum sonunda Ahmet arkadaşa destek ve eleştiriler oldu, ayrıca benim konuya ilişkin nispeten geniş bir açıklamam da söz konusu olmuştur. Mithat Sarıgül, Mazlum Köse ve Erdoğan Durmuş arkadaşlar kısaca yargılarını belirtmekle yetindiler. Farabi’nin Erdemliler Şehri ve İmam Caferi Sadık’ın Rıza Şehri’ne göndermelerde bulunuldu. Eğitimci arkadaşlarımız Sevim Alagöz ve Songül Tunçdemir, Ütopya’nın hiç de eşitlikçi bir toplum yanlısı olmadığını özel mülkiyet ve aile örneklerinden hareket ederek kanaatlerin i dile getirdiler. Gazeteci ve yazar Duran Özkan, nispeten detay veren açıklamasında Ütopya’nın, büyütüldüğü kadar değerli bir eser olmadığını, içeriğinde eşitlik-özgürlükçü diyebileceğimiz unsurların sınırlı olduğunu söyledi. Thomas More’un yaşam biçiminin ise Bedreddin’le ilgisinin yanlış kurulduğuna değindi.
Rönesans: Ütopyalar Çağı
Kendi sunumundan da kısaca bilgi vererek bitirmek istiyorum. Kanaatimce Ütopya’yı ele almadan önce bir Rönesans tartışması yapılsaydı daha verimli sonuçlar elde edilirdi. Çünkü More’un yaşadığı yıllar (1478-1535) bir geçiş çağıdır. Feodalizmden kapitalizme geçiliyor. Ütopyalar çağı bile diyebiliriz. Campanella’nın Güneş Ülkesi, F. Bacon’un Yeni Atlantis’ini anmak gerekir. Bu döneme hümanizm çağı diyenler de olmuştur. Marx ve Engels’in doğmalarına henüz yaklaşık 300 yıl var. Bu yüzden karşılaştırmak haksızlık olabilir. Dolayısıyla Ütopya’dan ve yazarı More’dan Marksist teorinin öngördüğü anlamda bir toplum modeli beklemek haksızlık olur.
Bununla birlikte her ne kadar Marx Kapital’de bu eserden ve yazarından söz etse de, bundan etkilendiğini düşünmek de gerçekleri yansıtmaz. Çünkü Marx çalışma saatinin düşürülmesini gündelik politika için savunur, onun asıl tezi zorunlu ve ücretli çalışmanın kendisine son verilmesidir. Aileye, hukuka, devlete ve dine Marx’ın öngördüğü dünyada yer bulunmuyor. Kölelik, idam cezası ve savaş temalarına girmiyorum bile.
More ve Sınıf Savaşları
Thomas More’un katledilmesine gelince! İki sınıf çatışıyor: Burjuvazi ve aristokrasi. Aristokrasi kilise ve krallık arasında bölünmüş durumda. Oysa yeni bir sınıf ortaya çıkmış ve bu sınıf iktidarı tamamen kiliseden almak istiyor. Yani çağ, kilisenin güç kaybettiği, mutlak monarşilerin ise önünün açıldığı çağ. More aslında ortada kalmakla birlikte bir yandan kiliseye dayanıyor ve önemli olarak da burjuva eleştirisi yapıyor. Diğer yandan, ortada olmasından kaynaklanan bir durumdan dolayı da Ütopya’da “ilerici” diyebileceğimiz değerleri savunuyor. Yine de reel politik gelişmelerin de etkisiyle burjuvazi tarafından katlediliyor. Bu burjuvazinin niteliği olarak henüz yeterince gelişmemiş ve yeterince tecrübesi bulunmayan bir burjuvazidir denilebilir. More biraz da bu belirsizliğin kurbanı olmuştur.