Marx ve Engels Bağlamında
DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE HUKUK MANZARALARI
“Burjuva hukuku bile yok bizim ülkemizde” denilerek bazen feryatlar edilir. Kötü, haksız hukuka karşı haklı, adil, doğru hatta eşitlikçi bir hukukun olduğuna inanılır. Bazen de böyle bir hukukun aslında cumhuriyetin başından beri mevcut olduğu ama kötü yöneticiler tarafından uygulanmadığı ileri sürülür. Cumhuriyetin yeni kurulmakta olduğu yıllarda ülkede hukuk ve adalet olduğuna sonraki gelen yöneticilerin bunları ortadan kaldırdığı da iddia edilir. Osmanlı zamanındaki hukukun daha adil olduğunu savunanlar olduğu gibi “asri saadet dönemi”nden dem vuranlar da az değildir.
Oysa çağa ve koşullara göre nicel değişiklikler dışında hukukta ve uygulanmasında bir farklılık yaşanmıyor. Güneşin altında –faşizmden başka- yeni bir şey yok! Feodalizm, kapitalizm ve emperyalizm var olduğu sürece de “hukuksal yol”dan elde edilenler egemen sınıflar tarafından bir çırpıda, küçük bir darbeyle gasp edilir, edilmektedir. Kayyumlar, KHK’lar ve yargılamada ki gasplar ilk olarak göze çarpanlardır. Dolayısıyla “hakların” hukuksal yoldan değil de devrimci-demokratik yollardan elde edilenleri, kalabilme özelliği taşıyor ve bunların da “hukuk yoluyla” değil yine devrimci-demokratik yollarla korunması, savunulması gerekiyor.
Hukuk ve Devrimci Maceracılık
Sorun “kötü adam” veya “yanlış politikacılar”, “Faşist partiler” meselesi de değildir. Sorun başka türlüdür ve kökeni oldukça derindedir, “yapı”dadır. Bu görülmediği koşullarda burjuva hukukundan medet umulur. Toplum ekonomik olarak gelişsin, kalkınsın, güçlü bir burjuva sınıfı oluşsun istenir. Güçlü burjuva sınıfının burjuva hukukunu uygulayacağı varsayılmaktadır. Oysa kapitalizmin geliştiği merkezlerde de, özünde bir değişiklik bulunmamaktadır. Ne var ki bu görüşe bakılırsa kapitalizm gelişirse devrime gidileceği benimsenmiştir. Sol teoriler hukuk konusunda düştüğü paradoksa, belki de başka hiçbir alanda düşmemektedir.
Hukuka bu denli bağlılık, hukuk dışı mücadele yollarının da maceracılık olarak değerlendirilmesi sonucunu getirir ve sınıf mücadelesini hukuk zeminine çekme sonucunu doğurmaktadır. Bu da düzen içi mücadele demektir. Devrimci hareket, bu anlayışa göre düzen hareketi, düzen partisi ve düzenin düzeltilmesi demektir. Burada düzenin, radikal yoldan devrilmesi gerektiği unutulur.
Hukukta “Sağ Sapma” ve “Sol Sapma”
Belli bir açıdan bakıldığında, son zamanlarda dünyada olduğu gibi ülkemizde de hukuksal mücadele alanlarına olan ilgi artmışa benziyor. Sınıf mücadelesinin iktidarı hedefleyen mevcut hukuksal ve siyasal rejimi devrimle yok etme anlayışı bir hayli uzlaşmacı çizgiye kaydırılmış görünüyor. Seçimler, kadın hakları, inançlara özgürlük mücadelesi, adil yargı,ücretlerin yükseltilmesi, ekonominin iyileştirilmesi türünden talepler, toplumsal özgürlük mücadelesinin önüne geçtiği anlar olabiliyor. Bu taleplerin ve alanların öne çıkartılarak toplumsal eşitlik talebinin zayıflatılması anlayışı doğaldır ki, Marksist siyaset literatüründeki ifadeyle “sol sapma” anlamına gelmektedir. “Sol bakışa” göre mücadeleyi demokratik ve hukuksal sınırlar içine çekmek, devrim talebine mesafe koymaktır.
Diğer yandan bu alanların kazanımları ve toplumsal özgürlük mücadelesindeki rolünü yok saymak da sorunlu görünmektedir. Şu sıralar dünyadaki ve ülkemizdeki pek çok gelişmeye bakıldığında sınıf mücadelesinin demokratik alanlara sıkıştığı ve hukuksal zeminde kalındığı görülmektedir. Bunun taktik ve konjunktürel değil de bir stratejiye dönüşerek kalıcı hale gelmesi de kendisini “sağ sapma” olarak göstermektedir. Diyalektik materyalizmin önerisi ikisinin sentezinden ibaret olarak düşünülemez! “Devrimci yol”un “hukukileştirilmesi” sınıf mücadelesini bir adım geriden sürdürmek anlamına gelir.
Meta Fetişizminden Hukuk Fetişizmine
Sınıf mücadelesinin hedefi, politik ve hukuksal talepler yanında “temelde” ekonomik-sosyal alana yönelerek devrimci-demokratik mevziler yanında asıl olarak toplumsal eşitlik talebinde yoğunlaşmaktır. Marx, son çözümlemede “anti hukuk”, “anti devlet” anlayışını, anarşizmde olduğu gibi değilse de, savunur. Hukuk fetişizmine düşme sorunu yaşıyoruz bugün. Hukuk fetişizmi, onu önemsemek, merkeze koymak, bağımsız, özerk bir yapı olarak değerlendirmek, özel bir güç ve fenomen olarak görmek demektir. Marx, bu anlamdaki bir “hukuk fetişizmi”ni reddederdi. Yerine meta fetişizmini koyardı! Kapital’de bu yönlü açıklamalar da mevcuttur. Buna göre son zamanlarda sıkça gündeme gelen “adil yarılanma talebi”ne de gereğinden fazla umut bağlanmış oluyor.
Marx’ın hukuka mesafeli oluşunda onun kişisel yaşamındaki karşılaştığı hukuksal hadiseler etkili olmuş olabilir. Üniversiteden sessizce ötelenmesi, yazdığı gazetelerin yasaklanması, yazılarının sansürlenmesi… Daha da önemlisi ülkesinden sürülmesi, gittiği yerlerde de siyasal baskılara maruz kalması… Dahası var… Yazdığı yayınların kapatılması, kurduğu örgütlerin yasa dışı ilan edilmesi, arkadaşlarına ve yoldaşlarına yapılan muameleler, kendisine nihayet hayat hakkı tanınmaması gibi nedenler onun hukukla mesafeli olmasında olduğu gibi daha da ilginci onun hukuk üzerinde düşünmesine ve hukuku ekonomik temele bağımlı bir üstyapı kurumu olarak değerlendirmesinde etkili olmuş olabilir.
“Teorik Anti Hukukçu” Marx
Althusser, Marx için “teorik anti hümanist” ifadesini kullanmıştı. Ona “teorik anti hukukçu” demek de olasıdır. Marx’ın “teorik anti hukukçu” olması, onunla ilgilenmeyeceği anlamına gelmez. Marx’ın, hukuk için olumlu sonuçlar doğuracak bir çalışması olmasa da Hegel’i eleştirirken onun konuyla ilgisi de anlaşılabiliyor. Hegel’in hukuk felsefesini eleştirdikten sonra tekrar hukuka dönmediği anlaşılıyor. Hukuka ilgisi de onu eleştirmek için oluyor. Kısacası hukuk en büyük eleştirmenini Marx’ta bulmuştur denilebilir.
Hegel dahil olmak üzere ana akım tüm filozoflar öyle ya da böyle hukuka bağlanmışlardır, hukuku ve uygulamaları makul bulmuşlardır, olması gereken olarak değerlendirmişlerdir. Onu ilk defa eleştirerek mahkum eden Marx ve bir ölçüde de Engels olmuştur. Engels için bir ölçüde demek gerekiyor, çünkü Marx’tan 13 yıl daha uzun yaşayan Engels, yaşamının somut şartlarından dolayı bazı noktalarda ılımlı bir yol izlemiştir.
Her şeye rağmen Marx’ın hukuka karşı tavrı radikal olmuştur. “Hukukun üstünlüğü”, “hukuk devleti” ve “demokratik haklar” türünden anlayışları eleştirmekle tanınır. Marx, bunların gerçeği örten özellikler olduğu üzerinde duruyor ve vurguyu mülkiyet biçiminin değişmesine yapıyor. Çözümü de şekli, hukuksal eşitliklerde değil toplumsal özgürlük koşullarında arıyor.