Olay ve olguları kavramak üzere bakış açıları, düşünüş biçimleri, dünya görüşleri tek yapılı değildir. Düşünüleni ifade etmekte merkezi bir rol oynayan dilin gücü de mutlaka anılması gereken bir durumdur. Nasıl ki bilimin dili, edebiyatın diliyle aynı şey değilse felsefeyle politikanın ya da estetiğin dili de birbirinden farklıdır. Bu anlama, 1937-1938 yıllarında Anadolu coğrafyasında eşine ender rastlanılan katliamlardan birisi olan Dersim direnişi için de geçerlidir. Direniş ve peşinden gelen katliam farklı gözlere değişik yansıyacağı gibi her dil, onu kendi yeteneğine uygun olarak dile getirecektir. Politik ve tarihsellik (tarih bilimi) bağlamında sorun sıklıkla gündemleşmiştir, gündemleştirilmektedir. Felsefi çözümlemesi ise henüz yapılmamış olayın, sanat bakımından da yeterince ele alındığı söylenemez. Bunun bir istisnasından söz edilecekse Muzaffer Oruçoğlu’nun Dersim adlı romanını örnek vermek istiyorum ve roman üzerinden kısa bir kesit sunacağım.
Oruçoğlu’nun tartışmalı romanlarından birisi oldu Dersim. Bu tartışmalar içinde yapılan eleştiriyi ise ikiye indirgemek olanaklıdır. Bunlardan birisi romanın bilgi içeriğine dairdir. Diğeri de romanda kadının ele alınış tarzına ilişkindir. Görüldüğü gibi ikisi de esasta eseri bir sanat yapıtı olarak ele almaktan uzak anlayışlardır. İlki sanata, bilimsel ürün olarak bakma yanlışlığından kaynaklanmaktadır. İkincisi ise sanatsal ürüne etik açıdan yönelme yanılgısından dolayı yanlış bir yaklaşımdır. Estetik tavır, bilimsel ve etik/ahlaki tavırla karıştırıldığı anlarda yanlış eleştiriler ve bu eleştirilere dair yanlış yanıtlar ortaya çıkmaktadır.
Gerçek Kişilerle Hayali Kişiler
Dersim romanını ana hatlarıyla tanımaya çalışalım. Sıradan okur açısından birçok ayrıntı var romanda. Kişi adları, yer, bölge ve mıntıka adları, dağ, dere, köy isimleri bir hayli dikkat çekicidir. Okurdan da dikkat beklemektedir. Gerçek kişilerle hayali kişiler de birlikte verilmiştir. Bir bakıma gerçek bir olay öyküleştirilerek ona edebi bir metin formu kazandırılmıştır. Yine de hem sıradan hem de ilgili okur ilk elden hayali kahraman Yavan’ı, Demenanlı bilge Mırto’yu, yörede doktorluk yapan Mıste Sılıç’ı ve Seyit Rıza’yı gözden kaçırmayacaktır.
Roman da, bu kişilerle birlikte Demenan, Bahtiyar, Koçuşağı aşiretleri çevresinde örülmüştür. Özellikle devlet güçleriyle halkın çatışma sahnelerinin verildiği bölümler oldukça aksiyon yüklüdür. Buna benzer sahneleri okur, Newroz’dan da anımsayacaktır. Okur, detaylara bürünmüş olaylar içinde de olsa Ali Boğazı’ndaki Koç uşağı aşiretini, Laç Deresi’ndeki Demenan savaşçılarını, romanın ilk bölümlerinde görülen Bahtiyar bölgesindeki Şahan’ı, Düzgün Dağı’ndaki Kureşanlıları ve Abasan mıntıkasındaki Seyit Rıza’lı sahneleri unutmayacaktır.
Modern Ulus Devlete Karşı Direniş
Roman, geçtiği mekanı kendisine isim olarak almıştır: Dersim. Konusu ise modern ulus devletin (Türk) 1920’lerden başlayan ama 1937-1938 yıllarında Dersim’de yoğunlaşan Kürt-Kızılbaş kitlesini “ıslah” etmeye çalışması ve buna karşı direnen halk kitlelerine karşı katletme ve sürgün uygulamasıdır. Eserin üç ana kısımdan oluştuğu ileri sürülebilir. Birinci kısım ya da bölüm, başlangıcından Seyyit Rıza ve yakınlarının idam edilmesine kadar geçen süredeki gelişmeleri deşmektedir. Bu bölümde Erzincan valisi Ali Rıza’ya teslim olan ve bombayla parçalanan Koçkiri direnişinin sembol adı Alişan anılır. Ayrıca, Alişer ve karısı Zarife’nin, kendilerine kurulan bir pusuda boğazlanmaları tasvirlenir. Devamla Seyit Rıza ve yanı sıra oğlu Resik Hüseyin, Seyit’in iki karısı ve yine idam edilen yedi kişi romanı sürükleyenlerdir. Romandan anlaşıldığı kadarıyla bu süreç 14-15 Kasım 1937’ye kadar olan zamandan ibarettir.
İkinci bölüm ya da kısımda hayali figür/kahraman Yavan’ın kadınlarla olan ilişkileri, diyalogları gösterilmektedir. Yavan, destansı bir nitelik taşımaktadır. Romanın yükünü büyük oranda Yavan taşımaktadır. Genç kız Cino ile başlayan serüveni Cilsur, Şifa, Awke, Gule, Ano ve Cemo ile devam etmektedir. Bunlara Awke’nin kızını da eklemelidir. Anılan kadınlar savaş mağduru olarak betimlenmektedirler. Yalnızca Ano’nun durumu biraz farklıdır. Bu tiplerin birçoğunu yalnızca bedenleriyle değil psikolojik derinlikleriyle izleriz.
Üçüncü bölümde ise devletin büyük bir güçle “medeniyetin” uçak başta olmak üzere tüm araçlarıyla Dersim’e saldırması ve halkın imha edilmesi anlatılıyor. Yavan biraz gerilere düşmüştür bu bölümde. Burada Dersim’in yiğit direnişçileri ön plana çıkıyor. Hemede Cive Kej, Hese Gewe, Kamer, Mirzo, Sıle Pet ve daha da önemlisi kısa adı İvis olan İvise Sey Kani adlı direnişin komutanları Dersim’in silahşörleri olarak ifade edilmektedir. Oruçoğlu, bu tiplerin bedenlerine adeta can verir, ruh üfler; kimi canlara da beden katarak belirgin hale getirir. Böylece “doğal” insanlar roman kişileri haline getirilir.
Gerçek kişinin ya da kurgulanan insanın roman kahramanı haline getirilmesine Dersim’de sıkça rastlanmaktadır. Dersim romanı, halkın büyük bir kısmının imha edilmesi, direniş komutanlarının öldürülmesi, geriye kalan halkın da sürgün edilmesiyle sonlanıyor. Romanın sonlarında ise kahramanlardan biri şu ifadeyi kullanıyor: Savaşı, kaybeden kazanır. Kaybetmenin diyalektik manada taşıdığı
kazanım, ileriki yıllarda bölgede etkinlik gösteren mücadele örgütlerine kaynaklık etmiştir.
Tarihin ve Edebiyat Estetiğinin Dili
Oruçoğlu, Tohum ve Newroz adlı romanlarını da bu kazanım üzerinden inşa etmiş gibidir. Belgesel olma bakımından Dersim diğer iki romandan daha gerçekçidir. Daha doğrusu gerçek tarihi ve toplumsal olaylara işaret etmektedir. Sanatçı, bu gerçekliği estetik soyutlamadan geçirmek ve tarihsel bir çalışmadan ziyade bir sanat ürünü ortaya çıkarmak için yaratıcı yöntemler bulmuş ve sürükleyici tipler tasvirlemiştir. Tarihin diliyle edebiyatın dili arasındaki ayrım ortaya çıkıyor. Başlarda Yavan ve direnişe dair gelişmeler ayrı kollarda yürümüş olsa da Seyit Rıza ve yakınlarının idamından sonra yani ikinci kısımda olaylara Yavan sirayet etmiştir.
İnsan ve toplum çözümlemeleri Yavan’ın şahsında sürmüş; bu çerçevede birçok kadın-erkek, çocuk-yaşlı analiz edilmiştir. Tüm bu çabalar ise eseri bir sanat ürünü yapmak içindir. Şöyle de söylenebilir: Yavan’ın cinsel fantezileri dahil olmak üzere, hayat hikayeleri, onun yönlendirici ve sürükleyici rolü paranteze alınacak olsaydı, esere sanat ürünü demek zorlaşabilirdi. Doğru ve yanlışlarıyla Dersim katliamını konu eden bir tarih çalışması olurdu. Dolayısıyla bunun farkında olan Oruçoğlu, efsanelere de boğulan Yavan tiplemesiyle yaratıcı bir yol izlemiş, direnişçilerin, halk güçlerinin yanında devlet güçlerinin de iç dünyasını ortaya çıkarmıştır.
Etik, Estetik ve Politik Bütünlük
Genel olarak sanat eserine, bu bahiste romanı bilimsel bir tarih kitabı olarak değerlendirmek ve onda tarihi yanlışlar aramak doğru değildir. Yanı sıra sanat eserini bir ahlak kitabı olarak ele almak ise tamamen bir yanılgıdır. Ancak! Ancak bu sanat eserinin bilim, felsefe, politika ve etikten izole edilmiş olduğu anlamına da gelmemelidir. Sanat eserinin bilim, felsefe, politika ve etikle uyum içinde olması arzulanır bir durumdur. Arzulanırdır; ama bunu mutlaklaştırmak, estetik olanla etik ya da bilimsel olan arasındaki mesafeyi ortadan kaldırmak anlamına gelmez. Bu etkinlikleri aynılaştırmak demektir ki, bu da sanatın gereksizliği anlamına gelir.
Kısacası sanat eseri, bir bilim, felsefe, politika ya da etik kitabı olarak okunamaz; ama bu disiplinlerle yakın ilişki içindedir, onlarla arasında bir korelasyon bulunmaktadır. Bu noktadan bakıldığında Dersim adlı roman birçok toplumsal bilgi yanında tarih bilgisi vermekte ve bir tarihsel araştırma niteliği de taşımaktadır. Siyaset biliminin birçok verisini saptamış olması, sınıflar arası ilişkileri yansıtması, devlet ve toplum ilişkisini ele alması bakımından da özgünlük arzetmektedir. Kadın dünyasını ele alması, toplumun ve devletin kadına bakışı, savaşın yol açtığı bireysel ve toplumsal yıkımlar da romanda gösterilmektedir.
İnsan Felsefesinden Doğa Felsefesine…
Yukarıda adlarını andığım Tohum ve Newroz adlı Romalar yanında Oruçoğlu’nun birçok eserinde Dersim, merkezi planda yer alır. Bu eserlerden hareketle Dersim’e özgü bir insan felsefesi çıkarmak olasıdır. Halen bu eserlerin dünyada olduğu gibi ülkemizde de Dersim yerelliğinde de yeterince bilince çıkartıldığı düşünülemez. Birçok coğrafya gibi Dersim’in özel bir görünüme ve niteliğe sahip olduğu sır değildir. Bugün yazılsaydı belki Gülistan Doku da kendisine yer bulacaktı. Çünkü direniş ve peşinden gelen katliam ilk değildi son da olmadı.
Bu coğrafyanın doğa felsefesini açığa çıkarmak isteyen bir çalışmada da Dersim romanındaki betimlemeler yeterince ufuk açacaktır diye düşünüyorum. Siyaset felsefesi gibi devlet ve toplum felsefesi için belli bir zenginliğe sahip olduğunu düşündüğüm coğrafyanın, yeni yeni bilim, sanat, felsefe ve politik araştırmalara dayanak oluşturduğunu ileri sürebiliriz.