Yeni İnfaz Yasası Bağlamında
HUKUKTA TARİHSELLİK VE GÜNCELLİK
Uygulamadaki hukuku anlamak için onun tarihselliğini bilmenin ne denli gerekli olduğu sorusu yabana atılamaz. Hukuk dediğimiz zaman onun içerdiği hukuksuzluğu da mercek altına almak gerekir. Keza hukukun genel bir tanımın yapılıp yapılmayacağı tartışması olsun, onun sönümlenip sönümlenmeyeceği gibi konular da bizi meşgul eder. Bu türden tartışmalar ise hukukun sınıf dinamiğiyle ilişkisinin kurulmasını gerektirir.
Yeni İnfaz Yasası üzerine felsefi bir açıklama yapabilmek için bu konuların genel bir muhasebesinin yapılması uygun olurdu. Ne yazık ki bu metinde Yeni Yasa’ya ilişkin doğrudan felsefi bir değerlendirmeye girmeyeceğim. Bunun yerine avukat/hukukçu Erdal Doğan’ın Hitit Hukuku (Fam Yayınları, 2012) adlı kitabından hareketle hukukun tarihselliğinden kısaca söz edip kitabın tezleri bağlamında güncele eklemlenmek düşüncesindeyim. Kitapla ilgili daha geniş bir değerlendirmeyi ise sonraya bırakıyorum.
Ölüm Cezası Yerine Tazminat
Yazar, genel bir çalışma yapmakla birlikte tezli diyeceğimiz türden bir eser ortaya koymuştur. Tezlerinin merkezinde ise Hitit Hukuku’nun ayrıcalıklı bir yerde duruyor oluşu bulunmaktadır. Ana akım hukuk tarihi içinde Roma Hukuku’nun (Corpus Juris Civilis) baş tacı yapıldığı düşünülürse, hukuk fakültelerinde Roma Hukuku özel bir ders olarak okutulduğu düşünüldüğünde yazarın tezi daha bir anlamlı hale gelmektedir. Erdal Doğan açısından Batı merkezli bakış açısı Doğu’ya özgü pek çok entelektüel değeri görmediği gibi Roma Hukuku’ndan çok daha ileride olan Hitit Hukuku’nu da görmezden gelmektedir. Bu hukuk ki, ölüm cezası başta olmak üzere pek çok cezanın tazminata çevrilmesini önerdiği için hukukta bir devrim niteliği taşımaktadır.
Hitit Hukuku’nda krallarla birlikte kraliçelere verilen yetkilere bakıldığında da anaerkilliğe de meyilli olduğu görülmektedir. Kaldı ki kadınların yasalar karşısındaki konumu, Batı hukukuyla kıyaslandığında oldukça ileridedir. Doğayı, yaşlıları, çocukları koruması açısından da iyi koşullarda bulunmaktadır. Doğan’a göre Hitit Hukuku’nun “Kendine özgü soyut ve normatif hukuk yapısının gözetlendiği dikkate alındığında suç, ceza ve infaz yasalarının doğacı ve insancıl nitelikleriyle, hem çağdaşlarından hem de kendisinden yaklaşık 1500 – 2000 yıl sonraki Roma Hukuk felsefesinden farklı bir hukuk anlayışını sergilemiş olması oldukça önemlidir” (S. 71).
Erdal Doğan’ın kitabındaki verilerden anakronik bir atlama yaparak günümüze ve ülkemize geldiğimizde, Batı hukuk sisteminin bir parçası olan hukuk karşısında yaşlılara, kadınlara çocuklara, doğaya yönelik hiç de pozitif bir tavır takınılmadığını görmekteyiz. “Terör” suçlamasıyla on binlerce tutsağın salgın koşullarında adeta ölümle terk edilmesi anlaşılır gibi değildir. Kaldı ki “terör” politik, felsefi veya hukuki bakımdan tanımlanmış, genel kabul görmüş bir kavram da değildir. Her sınıfın, her iktidarın kendine özgü bir “terör” tanımı bulunmaktadır. Bunu da geçelim. Yaşlılara, kadınlara, çocuklara Hitit Hukuku’ndaki kadar bile tolerans tanımayan bir hukuk sistemi söz konusudur. Yeni İnfaz Yasası, bu açılardan kabul edilemez bir özelliğe sahiptir. Dolayısıyla kitabın yazarı, ilerleme diskurunu sorunsallaştırmakta da haklıdır. Bu nasıl bir ilerlemedir?
Hammurabi’nin Kanlı Kanunları’na Rahmet Okutmak
Yazar, Hitit toplumunun tarihsel, sosyolojik özelliklerini sunarken birçok yönüyle detay da verme gereği duyuyor. Çünkü hukuk kuralları ile toplumsal-tarihsel özellikler arasında ilişkiler bulunuyor. Her ne denli hukukun evrensel ilkelerinden söz edilse de yerellik de önemlidir. Mesela Montesquieu hukuk anlayışının bu temele dayandığını ileri sürmektedir. M. Ö. 2000’li yıllarda Rusya içlerinden Güney’e inerek Orta Anadolu’ya yerleşen bir halk olarak tanımlanıyor Hititler. Boğazköy merkezli yapılan arkeolojik çalışmalarda birçok bulguya rastlanmıştır. Buralarda bulunan tabletlerdeki yazılara, belgelere bakıldığında güçlü ve gelişkin bir tarım ve hayvancılık toplumu kurdukları anlaşılıyor. Bu türden gelişmişlikler hukuksal gelişmişliğe paralellik arz etmektedir.
Hititlerin Batı’da Avrupa’ya Güney’de ise Mezopotamya toplumlarına komşu olduğu anlaşılıyor. Doğan, Güney komşusu Sümer, Akad, Asur ve Babil krallıklarından da söz ederken Babil krallığı üzerine etraflı açıklama ve yargılarda bulunuyor. Hukuk açısından Babil denildiğinde Hammurabi Kanunları akla gelmektedir. İlk yazılı kaynaklar olarak bilinir. Babil’de Hammurabi’nin kanunları kısasa kısas (kana kan, dişe diş, göze göz) olarak bilindiği halde bazı ceza maddelerine bakıldığında günümüzün ve ülkemizin ceza yasalarını utandıracak şekilde daha insanca oldukları anlaşılmaktadır. Zira modern hukukun ve Yeni İnfaz Yasası’nın pek çok maddesi ve uygulaması Hammurabi Yasaları’na rahmet okutacak cinstendir.
Hukuk ve İlerleme Diskuru
Doğan’a bakılırsa hukukun tarihi Roma hukuku ile başlatılamaz. Böylesi, Batı merkezli oryantalist bir bakış açısı olur. Çok genel bir tartışmayı akla getiriyor yazarın anımsattıkları. İlk filozofun Thales olduğu ve Batı’dan çıktığı düşünülür. Sanat da, bilim de, politika da Batı’dan başlatılır! Doğan, hukuk alanına yoğunlaştırdığı eleştirisini genelleştirerek yeni bir tarih yazımını önermiş oluyor. Ona göre nihayetinde kadının da tarihi yazılmamıştır. Ayrıca Kürtlerin tarihi de yazılmış değil ve nihayet yazara göre emekçilerin de tarihi yazılmamıştır.
Hitit Hukuku her ne kadar aileyi toplumsal oluşumun mihenk taşı olarak görüp merkezine de erkeği yerleştirmiş olsa da Doğan’ın yorumuna itibar edilirse Hitit kadını, çağında diğer uygarlıklarda olmayan pek çok ayrıcalığa sahiptir. (S.14). Yeni İnfaz Yasası ise “terör” gerekçesiyle pek çok kadınının tutsaklığına devam diyor, bununla da yetinmiyor, kadın cinayetlerinde rol oynayan nice “suçlu”yu salıveriyor. Doğan’ın optiğinden bakılınca yine benzer bir soru akla geliyor: İnsanlık ilerledi mi?
Hukukta Irkçılık ve Militarizm
Yazar ilerlemediğimizi söylemekten çok sorgulama yanlısı. Ona göre günümüzün modern hukuku ve adalet sisteminin “hukuki” olduğu düşünülemez. Bugünkü hukuk anlayışına tekçilik ve ırkçılık egemendir (211). Aynı yerde yazılanlara bakılırsa” insan merkezli” bu hukuk sistemi canlıları ve doğayı gözetmekten uzaktır. Cinsiyetçi ve militarist olduğunu da ekleyen Doğan açısından, bu hukuk elbette ki sınıfsaldır. Eşitlikçiliği ise traji komiktir. Çünkü eşitsizler arasında eşitliği öngören bir hukuk düzeni hakimdir. Günümüzdeki hukuk düzeninin bürokratik ve muhafazakar olduğu da belirtilen çalışmada, bu anlayış olanı değiştirmek yerine kutsayan bir içeriğe sahip denilmektedir (211). İnsan sevgisinden ve nezaketten yoksun olduğu ileri sürülen bu hukuk anlayışını Yeni İnfaz Yasası çalışmalarında tüm açıklığıyla gördüğümüzü belirtebiliriz.
Hukuk, Din ve Ahlak İlişkileri
Modern hukukta normlar hiyerarşisinin temelinde Anayasalar ve onun da kaynağında Ground norm (temel yasa) denilen bir ilkenin varsayımsal kabulü vardır. Kitaptaki analizlere bakılırsa Hitit Hukuku’nda bu temel norm, Tanrı olmuştur. Hititlerde hukuk işleri din işleri ile birlikte yürümüştür. Hiyeratik krallıkların özelliği budur. Çağımızda hukukun kaynakları olarak bilinen ahlak ve görgü kuralları da hukukla birlikte düşünülmüştür. Türk egemen sınıflarının, oldum olası dinselliğe merakı ile bu durum arasında bir benzerlik aranabilir.
Süreç içinde temel norm varsayımı doğa, akıl gibi kavramlara dönüşmüştür. Demek ki hem geleneksel hukukun hem de yürürlükteki hukukun adaleti gözeten Tanrı, doğa, akıl türünden bir temel yasaya uygun olması beklenir. Yeni İnfaz Yasası, bu bakımdan da ele alındığında geleneksel yasaların gerisinde bir zihniyete sahip olduğu anlaşılıyor. Meclis’teki görüşmelerde, üstelik laik cepheden bir Milletvekilinin, adalet kuralı ihlal edildiği gerekçesiyle iktidara “sizi Allaha’a şikayet ediyorum” türünden bir ifade kullanması ironik olmakla birlikte oldukça anlamlı olmuştur.
Salgın ve Kıtlık Günlerinde Savaş Olur mu?
Hukukçu Doğan’ın çalışması pek çok bakımdan güncelliğe hitap etmektedir. Bunlardan birisi de son zamanlardaki salgın (covid-19) ile ilgilidir. Gerek Mezopotamya ve Ön Asya hukuk sistemlerinde olsun gerekse Hitit Hukuku’nda olsun “barış” meselesine önem verilmiştir. Ulusal hukuk yanında ulusalüstü hukukun da yine bu coğrafyalarda ortaya çıkmış olması önemlidir. Yazılı ilk barış anlaşmaları kadim halklar hukukunda ortaya çıkmış denilmesinin anlamı da buradadır. Hititlilerle Babilliler arasındaki ünlü Kadeş antlaşması, tarihte bilinen ilk yazılı barış antlaşmasıdır. Gerçi Doğan bu bilgiye şerh düşmekte ve yeni ekler de yapmış durumdadır.
Uluslar arası hukuk anlayışının gelişmesi bakımından önemli olan bu türden antlaşmalarda salgın ve kıtlık günlerinde karşılıklı saldırıların olmayacağının vurgulanması manidardır. Türk egemen sınıflarının ülkede ve ülke dışında savaş politikalarını salgın sorununu hiçe sayarak sürdürüyor olması, içte ve dışta saldırılara devam ediyor oluşunun bırakalım sözüm ona gelişmiş hukuk sistemlerini, Hitit Hukuku nezdinde bile oldukça ilkel, geri ve düşmanca olduğu anlaşılmaktadır.
Hitit Hukuku, temizlik (hijyen olma) konusunda da hassastır. Belki de hijyen olma ile salgın hastalıklar arasında bir bağ kurulmuştur. Hapishanelerde hijyen koşulların olmadığı, dolayısıyla da covid-19 virüsünün yayılması çok yüksek olduğu için Yeni İnfaz Yasası gündeme gelmiştir. Bu noktada da Doğan’ın eseri güncelliğe gönderme yapan sunumlara yer vermiş oluyor. İlginç bir tema da veba salgını ile ortaya çıkıyor. Veba salgını olarak bilinen vakalar, Hititler zamanında da görülmüştür. Yönetsel/resmi kitaplara ya da kayıtlara geçen bilgilere bakılırsa veba salgınının nedeni olarak kralların adaletsizliği ve tekçi uygulamaları gösterilmektedir ki, covit-19’un etkisini açıklamak bakımından için ilginç bir analoji olabilir.
Komünal Toplumun Mirası
Avukat Erdal Doğan’ın kitabı burada güncele bağlanarak öne çıkardığım temalardan ibaret olsaydı Hitit Hukuku’nu öven bir kitap yazılmış gibi olurdu. Bu yüzden belirtmek gerekir ki Doğan’ın çalışması Hitit Hukuku’nu öven, yücelten bir kitap değil. Nihayetinde sınıflı toplumun hukuku olması bakımından egemen sınıfların, kralların, rahiplerin çıkarını temsil etmektedir. Sömürü ve zulüm düzeninin hukukudur. Kölelerin, kadınların insan yerine konmadığı, insanlara en ağır cezaların reva görüldüğü ilkel duygulara hitap eden pek çok yasa maddesinin diğer toplumlarda olduğu gibi Hititlerde de bulunduğuna kuşku yoktur. Doğan Hitit Hukuku’ndaki yasaları sıralarken bunların detaylarını da vermiştir.
Yazar bu vahşi diyeceğimiz yasalara rağmen Hitit Hukuku’nun özgünlüğünü, aynı çağlarda ve sonraki zamanlardaki Batı (Roma) Hukuku ile karşılaştırdığında buluyor. Bu özgünlüğü açıklarken yazar şunları söylüyor: “Çağına göre demokratik, denetlenebilir, şeffaf yönetim ve yargı mekanizmasıyla; cezada şahsilik, delillerin ikamesi, kast/taksir ayrımı, eksik teşebbüs, kanunilik… insancıl ve diğer canlı organizmasıyla birlikte ete kemiğe bürünen Hitit Hukuku, mütevazi varlığıyla karşımızda durmaktadır” (S. 215).
Peki çağına göre de olsa Hitit Hukuku’ndaki bu demokratik muhteva nereden kaynaklanıyor? Yazar, her ne kadar geniş bir perspektifle konuya yönelmiş olsa da böyle bir köken araştırmasına girmiş değil. Benim yanıtım ise “miras” kavramıyla dile getirilebilir: Komünal toplumun mirası.
Hititler, en geniş tarihi itibariyle M. Ö 2000 ile 1000 yılları içinde etkili oldular. Eşitlikçi toplumların etkisi henüz unutulmamıştı. Dolayısıyla pek çok gelenek Hitit Hukuku’na sızmakta etkili olmuştur. Yazarın Batı (Roma) Hukuku dediği dönem ve uygulamalar ise zaman olarak eşitlikçi toplumlara daha uzaktır. Elbette böyle tek nedene indirmek istemem Hitit Hukuku’nun özgünlüğünü. Yine de belirleyici neden olarak komünal mirasın altını çizmek isterim.