Marx’a göre her çağın egemen fikirleri o çağın egemen sınıflarının fikirleridir. Bunu hukuk alanına da uygulayabiliriz: Her çağın egemen hukuku o çağdaki egemen sınıflara aittir. Bu bağlamda iki soruya yanıt aramak uygun görünüyor. Birisi: Peki emekçi sınıfların ve ezilen halkların fikirleri olsun konumuz açısından ezilenlerin hukuku olsun, bunlar nerededir? İkinci soru: Ailenin, özel mülkiyetin, devletin, dolayısıyla hukukun ve bunlara bağlı olarak yasaların olmadığı koşullarda haklar ve özgürlükler yok muydu?
Ana akım hukuk felsefeleri bu sorulara, egemen sınıfların cephesinden yanıt aramakla meşgul okurken, Marx ve Marksizme göreyse hukuk sistemi tarihsel bir olgudur ve bu yüzden de altyapının bir yansıması olarak vardır. Onun eşitlikçi ve özgürlükçü bir niteliğe kavuşması ancak üretim alanındaki devrimci sosyalist dönüşümlere bağlıdır. Dolayısıyla Marksizm cephesinden konuyla ilgilenmek, bu alanda yürütülen felsefi-ideolojik mücadelenin bir gereğidir.
Sosyal tarihte olduğu gibi fikirlerin tarih yazımında da hakim sınıflar belirleyici olduğu için emekçi sınıfların yararına olacak değerleri ve değerlendirmeleri ya kendi düşünce sistemleri içinde, örneğin ana akım filozofların eserleri içinde eritirler veya çarpıtarak ifade ederler. Çoğu zaman da emekçi sınıfların mücadelesini, duygu ve düşüncelerini görmezden gelirler, adeta buharlaştırırlar. Bu yüzdendir ki halkların tarihi söz konusu olduğunda sözlü tarih devrimci bir işlev görmektedir.
Söz, söylence gibi terimleri karşılayan ifadelerden birisi mitostur. Mitosun, epik ve logos ile de bağlantısını kurmak mümkündür. Bu kavramlar da bizi mitolojiye götürür. Her halkın olduğu gibi Grek halk mitolojisi de halkların devrimci tarihini yansıtan örneklerle doludur. Sözü, mitolojik de olsa devrimci kadın kahraman Antigone’ye getirmek istiyorum. Antigone, devlete ve egemen hukuk sistemine karşı hakları ve özgürlükleri savundu.
Emekçi Sınıfların Duygu ve Düşünceleri
Antigone, Sophokles’in trajedilerinden en ilgincidir denilebilir. M. Ö. 440 yıllarında yazıldı. Kral Oidpus’un iki kızından birisidir Antigone. Diğer kız kardeş ise İsmene’dir. İsmene uzlaşmacı, duyarsız da diyebiliriz ona. Antigone ise devrimcidir. Sophokles’in bir Grek mitosuna dayanarak tiyatrolaştırdığı oyundan kısa bir kesit vererek devam etmek istiyorum.
Bu türden sanat ve edebiyat eserleri, emekçi sınıfların duygu ve düşüncelerini, felsefelerini, etik, estetik ve hukuksal anlayışlarının izlerini yansıtıyor olabilirler. Eser/trajedi, bir bakıma sınıf mücadelesi teorisi üzerinden kurgulanmıştır. Hikayeye göre Oidipus öldüğünde geriye iki kız kardeş ve iki erkek kardeş bırakıyor. Erkek kardeşler Eteyokles ile Polineykes’tir. Baba ölünce, kardeşler bizim tarihimizde de olduğu gibi şehzadeler arası bir savaş misali çatışmaya girerler.
Savaşın detayı bir yana kardeşlerin ikisi de bu çatışmalar sırasında ölür. Kral Kreon ise bu kardeşlerden Eteyokles’in ülkesi için savaştığını (yandaş olduğunu) ileri sürerek törenlerle gömülmesini emrederken Polineykes’in ise düşmanla işbirliği yaptığı gerekçesiyle cesedinin hayvanlara atılmasına, sokaklarda sürüklenmesine karar verir. Bedreddin’e, Börklüce’ye, devrimcilere, Kürt savaşçılarına yapılanlarla aynı paraleldedir.
Trajedi hukuk felsefesi açısından çeşitli açılımlar sunuyor, ufuklar açıyor bize. Çünkü Kreon’un ağzından çıkan sözler “yasa” halini alıyor ve aynı zamanda kral bir yargıca dönüşüyor. “Hukukun üstünlüğü ilkesi” ise demagojik bir kılıf düzeyine düşüyor. Hukuk, devlet ya da ceza kanunları kralın ağzından çıkan sözlerle özdeşleşiyor.
Sınıf dinamizmi, doğaldır ki kendi kulvarında ilerler ve “yasalara” karşı, hakları ve özgürlükleri savunmak üzere kahramanlar çıkarır. Trajedide bu kahraman, Polineykes’in kız kardeşi Antigone olarak karşımıza çıkmaktadır. Kralın “kim ki düşmanla işbirliği yapan birine yakınlık duyarsa onun sonu zindan ve ölümdür” emrine rağmen Antigone, kardeşinin cenazesine sahip çıkar ve Polineykes’in cesedini geleneklere ve halk değerlerine göre gömer. Kreon’un konuyu öğrenmesi ve yasasının ihlal edildiğini duymasıyla Antigona’yi yerin yedi kat derinliğinde zindana attırması uzun sürmez.
Doğal Hukuk – Pozitif Hukuk
Marx, bir başka Yunan mitosunda yer alan ve “ateş hırsızı” olarak da tanımlanan Promete için tarihin ilk mitolojik büyük kahramanı demişti. Promete bir erkekti sonuç itibariyle. Şimdi karşımızda bir kadın kahraman çıkmış oluyor. İhtimaldir ki, anaerkil üretim tarzının bir mirasıdır. Kuşku yok ki devrimci bir mirastır. Çağımız modern Antigonelerle daha da zenginleşmiştir. Antigone bir direniş destanı yaratırken her türden otoriteye karşı gelmiştir. Birincisi aile kurumunun kutsallığını parçalamıştır. İkincisi bir kral soyundan gelmesine rağmen mülk sistemini karşısına almıştır. Üçüncüsü, devletin ve hakim hukuk sisteminin karşısına çıkmıştır. Dahası var…
Antigone, ataerkil üretim biçimi ve kültür geleneğine karşı da baş kaldırmıştır. Bu nokta son derece önemlidir. Zira Engels, sınıfsal farklılığın ilk önce cinsiyete bağlı olarak ortaya çıktığına vurgu yapar. Antigone, sonuçta erkek egemen sistemin sözcüsü olan bir krala karşı çıkmaktadır. Hakim sınıfların hukuk anlayışıyla halkların hukuk anlayışlarının birbiriyle çatıştığını görüyoruz. Antigone’nin hak ve özgürlükler felsefesinin temelini atan bir karakter olduğuna kuşkumuz da kalmıyor.
Baştaki sorularla bağlantılı olarak denilebilir ki, Antigone, kurulu düzenin karşısına, komünal toplumun mirası olduğunu düşündüren tarzda haklar ve özgürlüklerle çıkıyor. Bir ölçüde de “doğal hukuk” anlayışı ise “pozitivist hukuk” anlayışının çatışmasına tanık oluyoruz. Komünal toplumun mirası olarak süregelen doğal hukukun, yürürlükteki yasalardan daha güçlü olduğu anlaşılıyor. Zaten Antigone de oyunun bir yerinde hak ve özgürlüklerin, yasalardan daha güçlü olduğunu söylüyor. Söylerken de meydan okuyor.
Savunma, Savaşta Kaybettirir
Mao Zedung, sıcak savaş sürecinde ortaya çıkan “savunmaya dönük” savaş tarzlarının yanlışlığı üzerinde durmuştur. Onca kahramanlığına rağmen Antigone’de de benzer bir yanlışlık görüldüğü ileri sürülebilir. Mao, son yıllarda kendisini gösteren açlık grevlerini, ölüm oruçlarını, oturma eylemlerini duysaydı ne söylerdi, bilemiyorum. Trajedinin devamında Antigone’nin zindanda intihar ettiğini öğreniyoruz. Gerçi böyle bir son biraz da trajedi türünün gereğidir denilebilir. Yine de binlerce yıl sonrasından bakıldığında insanın, “Antigone, zor da olsa intihar etmeyip yaşasaydı, varlığıyla korku salsaydı, mücadelesini sürdürseydi” diyesi geliyor.
Uzatmamak için ayrıntısını veremediğim eserin ilerleyen sahnelerinde Antigone’nin, yaşamına son verme biçimi, toplumda da yankı buluyor. Bulmasına buluyor ama yeni cepheler açmak için değil; cephelerin bir bir kapanması için tabir yerindeyse olumsuz model oluyor. Antigone’nin intiharını diğer intiharlar izliyor. Kaldı ki Antigone, kız kardeşi de dahil olmak üzere mücadelesine yeni insanlar katmada da gerekli özeni göstermiyor. Hak bildiği, özgürlük beklediği yolda tek başına, büyük bir cesaret örneği sergileyip ilerlemek isteyen bir karakter olarak görülüyor.