Egemen Hukuk Düzenlerine Karşı
MİTOLOJİLERİN DEVRİMCİ MİRASI
Söylemeye bile gerek yok ki hukuk düzeni ya da hukuk devleti, sosyal hukuk devleti denilenler de dahil olmak üzere efsaneden ibarettir. Hukukun felsefi bir değerlendirmesi başlıbaşına bir makale konusudur. Şimdilik şu kadarı söylenebilir ki egemen sınıfların çıkarını yansıtan hukuk kısmen de olsa emekçi sınıflara da hizmet eder. Çünkü sınıflı toplumların bir icadı olan hukuk, toplumsal rızalık sorunu ile karşılaşır. Bunu aşmak için de emekçi sınıfların ve toplumun en geniş kesiminin hak ve özgürlükleriyle ilgilenmek durumunda da kalır. Meşruiyeti de buradan gelir. Yine de hukukla ilgili asıl söylenmesi gereken nokta, onun sınıf mücadelesi teorisi açısından ne anlam ifade ettiğidir.
Covit-19 sürecinin hukuka yansımaları, açlık grevi ve ölüm oruçlarının, özellikle de tutsaklık olgusunun hukuk açısından bulduğu karşılıklar, konunun sınıf dinamiğinden ayrı olarak ele alınamayacağını göstermektedir. Üstelik yürürlükteki hukukun bu şekilde görülmesi yeni de değildir. Eski kaynaklar, daha da eskisi, mitolojik kaynaklar da bu noktada sınıf gerçekliğine atıf yapmaktadır. Dolayısıyla hukukun sınıflı toplumlardaki tarihine bakılınca görülen şudur: Bir tarafta hukuk, devlet ve her türden otorite, diğer tarafta ise hakları ve özgürlükleri savunan geniş halk kitleleri bulunmaktadır. Tarihi tecrübelerin, kendilerinden önceki mirasa dayandığını ileri sürmek mümkündür. Bu miras için Prometheus, Antigone ve Sisipos tiplemelerinden söz edilebilir. Bu metin kısaca da olsa ilkinden söz etmekle yetinecek.
Prometheus Zeus’a Karşı
Covit-19 virüsü nedeniyle gündeme gelen hapishane tartışmaları bana öncelikle Prometheus’u (Promete) anımsatmaktadır. Prometheus, bir “ateş hırsızı” olarak betimlenebilir. İnsanlığa en büyük hizmeti yaptığı düşünülen bu mitolojik kişilik, Marx’a göre halk kahramanlarının ilkidir. İnsanlığın çıkarını savunmak dışında bir amacı olmamıştır. Tanrılara savaş açmıştır ki, bu eski mitosa (söylence) göre Tanrılar düzen, devlet ve egemen hukuk demektir. Prometheus, tüm bu otoritelere ve onun da başında bulunan ve bir tiran işlevi gören Tanrıların Tanrısı Zeus’a karşı mücadele etmiştir.
Fazladan bir şey değildir Promete’nin istediği. Şimdilerde işçi ve emekçilerin temel gıda ve ihtiyaç maddeleri, sağlık araç ve gereçleriyle benzerdir. Bunlar da egemen sınıfların tekelindedir. Üstelik onları çalışan halk kesimleri üretmiş olmalarına rağmen. Prometheus mitosuna bakılırsa ateş de öyledir. İnsanlık ateş sayesinde ilerleyebilirdi. Ateşi bulan ise insanoğlunun ta kendisiydi. Onun, Tanrıların tekelinde olması hangi hukuka sığardı? İşte Prometheus bu hukuka karşı harekete geçti ve ateşi Tanrıların tekelinden, saraylarından alarak büyük insanlık ailesinin ortak kullanımına sundu. Dolayısıyla Promete’nin düşünüş ve davranış tarzı meşrudur.
Çağdaş Prometelerin Özgürleşmesi ve Çoğalması
Günümüzde, ülkemiz zindanlarında olsun dünya hapishanelerinde olsun tutsakların, bilhassa bağımsız düşünceler, eşitlikçi ve özgürlükçü talepler için mücadeleyi savunanların durumu en çok da Prometheus’un tutumuna benzemektedir. Bu yüzden de çağımızın somut kahramanlarını, mitolojik kahramanlarının mirasıyla beslenen çağdaş Prometheuslar olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Mitoslardaki kahramanlar gibi günümüzün kahramanları da yalnızca bir sınıfın özgürlüğünden yana olmakla yetinemezler. Bu, bir yanılgı olur. Benzer veya tüm sınıfların ortadan kaldırılarak homojen bir dünyanın ve dolayısıyla da insanlığın bir bütün olması hedeflenir. İnsanlığın tüm bileşenleriyle “bütünsellik” arz etmesi doğanın ve toplumun mantığına ters değildir.
Bütünsellik önemlidir. Çünkü hem Hegel hem de Marx açısından sermaye çağında yabancılaşmış olmak ve sonuçta mutsuz olmak yalnız emekçi sınıflara mahsusu bir olay olmadığı gibi yalnızca kadınlara ve ezilen uluslara, inanç gruplarına özgü de değildir. Yabancılaşmayı her toplumsal kategori kendi özelliklerine göre yaşamaktadır, ama mutlaka yaşamaktadır. Şimdi kapitalist-emperyalist dünya, insanlığı bu yabancılaşmadan uzaklaştırıp özgürlüğe bir nebze olsun taşıyabilecek olan özgürlük tutsaklarını, hapishanelerde tutmaya çalışıyor. Buna amiyane tabirle “kendi ayağına sıkmak” denilir.
Çağdaş Prometheusların, covit-19 salgınından dolayı zaten serbest kalmaları ve kendi önlemlerini daha iyi koşullarda almaları gerekir ki burada tartışılacak bir yan göremiyorum. Bunun da dışında evrensel bir uygulama olarak çağdaş Prometheusların çoğaltılması gerekir. İnsanlığın tarihi de bunu gösteriyor. Mitolojik kahramanlar parmakla sayılacak denli sınırlıyken şimdilerde sırf Türk egemen sınıfları, tek başına bir devlet olarak yüz binlerce Promete’den söz ediyor.
Promete Tavrı ve Evrensel Değerler
Promete tavrının kendine özgü nitelikleri bulunuyor. Bilinçli hareket etmek, cesaretle kuşanmak, kendini adamak, bütünün parçası olmak, diz çökmemek, pişmanlık göstermemek, direniş hattında ilerlemek, geleceğin tohumlarını ekmek, ileri atılmak… Bunların yanına olup bitenin sonucuna katlanma ve bedel ödemeyi de göze almayı ekleyebiliriz. Prometheus, Zeus ile hesaplaşmasında böyle bir bedel ödemeyi göze almıştır. Mitostan anlaşıldığına göre bir kayaya bağlanarak ciğeri bir kartal tarafından yenilen Promete, doğrusu bu denli vahşice bir bedel ödeme tarzı düşünmemişti. Promete’nin hızla yeni koşulara da uyarlandığı anlaşılıyor ki, bunun savunduğu değerlerle yakından ilgisi bulunuyor.
Değer meselesi, felsefenin merkezi kavramlarından birisidir. Şimdilik sahte ve gerçek (evrensel) değerler ayrımı yapmakla yetinebiliriz. Kant evrensel etik ve hukuku “istediğin, herkes için genel bir ilke olsun” anlayışında bulmuştu. Konuyu uzatmamak için yetmez ama evet diyebiliriz Kant’ın önerisine. Bu noktanın daha da ilerisinden hareket eden Prometheus, vahşi koşullarda da tavrını tereddüt etmeden sürdürmüştür. Niçin? Anlamak zor değil, insan savunduğu ve uğruna mücadele ettiği değerlerin evrensel nitelikte olduğunu bildiği ve buna inandığı sürece direnişini, ileri atılışını, özgürlüğe eğilimli olmasını sürdürür.
Egemen Hukuk ve Düşman
Buna göre mitolojik Prometheuslar’ı veya aynı güzergahta, aynı hukuk üzerinden ilerleyen çağımızın “ateş hırsızları”nı ıslah etmeye yönelmenin bir manası var mı? Hiçbir kişisel hesap yapmadan anlayışlarını sürdüren, hatta farklı ideolojilere sahip olsalar bile, siyasal yönelim içinde olanların hapishanelere konulmasının, on yıllarca buralarda tutulmasının akla mantığa uygun bir yanı var mıdır? Bu yöntemle hangi Zeuslar, uygar krallar, padişahlar, saraylar sonuç almıştır? Yok yok yok…
Çağdaş dönemin otoritelerinin “düşman ceza hukuku”nu uygulamaları, soruna politikadan çok siyaset psikoloji içinden baktıklarını gösteriyor. Hatırlanacağı gibi 1980’li yıllarda Alman hukuk profesörü olan Günther Jacops “Vatandaş Suç Hukuku ve Düşman Suç Hukuku” başlıklı bir makale yazmış ve muhalifleri düşman kategorisine koymuştu. Oysa egemen sınıflar gibi Jakops da bilmeli ki, haklar ve özgürlükler hangi kesimden ve sınıftan olursa olsun asıl olarak “siyasal suçlar”ın varlığından ve bu “suçu” işleyen muhaliflerin varlığıyla mümkün oluyor. Tarihte sosyal ve politik bir gelişme olabiliyorsa, olduğu kadarıyla bu kulvardaki düşünüşler, direnişler ve mücadeleler sayesinde mümkün oluyor.