İster doğanın bir armağanı ister emperyalist sistemin bir tezgahı diyelim, dünya halkları yeni bir bela ile daha karşı karşıya. Doğanın payı ne olursa olsun yine de asıl faalin dünya sistemi olduğunu ileri sürmek daha gerçekçi görünüyor. Belki, felsefi bir analiz için vakit erken. Erken dile getirilen fikirler yanılgılara açıktır. Bu yüzden Hegel’in “Minerva’nın baykuşu karanlık basınca uçar” sözü öğreticidir. Erken yazılan yazılar, erken açıklanan görüşler bunu ihlal etmiş oluyor. Çünkü bir olay veya olgu süreci tamamlandıktan sonra felsefesi yapılır/yapılmalıdır diyor Hegel. Öte yandan yaşamımızdaki olağan dışılık, olağanüstü düşünceleri açıklamayı zorunlu kılıyor. Son bir ayda hatta son bir haftada ve hatta dünden bugüne yaşamımızda ummadık değişiklikler oldu. Neredeyse ülke, dünya ve çağ değişiyor gibi bir hava var. Bu hava da her dakika yaygınlık kazanıyor.
İlk fark edilen, tüm haber ve bilgi kaynaklarının sermaye tarafından koşullandığıdır. Haber ve bilgilerin ikna edici hiçbir yanı bulunmuyor, zira paradokslarla dolu sunulanlar. Türkiye için söylersek henüz bir kişi bile ölmüş değil, çeşitli vakalardan söz ediliyor ki o da iki elin parmağının sayısını geçmiyor. Yoksa gerçek bilgiler, rakamlar manipüle mi ediliyor? Değilse bu denli “önlem” almanın, korku ve panik yaymanın manası nedir? Tanıdık bildik, komşu, hısım ve akrabalar içinde de coronavirüs tanısıyla ölen veya hastalanan da bulunmuyor. Yazıyı yazdığım andaki durum ve veriler yaklaşık olarak böyledir.
Yurtdışı ve Avrupalı çevrelerden de hasta veya ölü bilgisi henüz gelmedi. Tüm dünya genelindeki vaka sayıları yüz binleri gösterirken ölümler on bin bile değil. Kuşkusuz ki bir insanın bile sağlığı ve ölümü önemlidir. Oysa bu türden ve bu düzeydeki ölümler günümüz için de dünya tarihi için de, dünya tarihteki salgınlar için de yeni bir durum değildir. Yoksa aniden kitlesel ölümler mi bekleniyor, bilemiyorum. Kısacası bunca korku ve panik insanın aklına şu soruyu getiriyor: Sakın tüm bu uygulamalar, haber ve bilgiler kapitalist-emperyalist sistemin bir tezgahı olmasın?
Sermayenin Politikası ve Covid-19
Her şeyin kurgu olacağını iddia etmek mümkün değil elbette. Bu yüzden halkımızın bir sözünü anmak gerekiyor: Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Uydurma ve yanılsama olarak ortaya çıkan her türden varlık ve bilgi durumu son çözümlemede bir maddi gerçekliğe dayanır. Tanrı anlayışı da buna dahildir. Maddi gerçeklikten ne anlaşılması gerektiği temel bir felsefi sorundur. Şimdilik bunu geçip coronavirüsün ne söylettiğine yoğunlaşmak uygun görünüyor. Akla gelen konulardan birisi şu olabilir: Koronavirüsten etkilenen belli bir kesimin olduğu, bunların bir kısmının hastanelerde tutulduğu, çok az bir kısmının ise yaşamını kaybettiği bir realitedir. Kapitalist-emperyalist sistem ise yerel ve evrensel bazda bunu bir fırsata çevirmenin politikasını üretiyor olmalı.
Koronavirüsün söylettikleri muhteliftir. İnsanlığın tarihiyle; düşüncenin, felsefenin, bilimin tarihiyle yüzleşmemize imkan sunar. İnsanlık şimdikine benzer nice badireler atlatmıştır. Ortaçağ sonlarındaki veba salgını olsun yakın zamanlardaki kuduz, kızamık, çiçek daha da yakın zamanlarda kolera, aids salgını ve kuş gribi, domuz gribi ve deprem türünden çok sayıda hastalık türüne, doğal afete tanık olundu. Bunlar, egemen sınıflarca ne denli manipüle edildi, anlaşılması kolay değil. Bilinir ki sermaye her sosyal durumdan sermaye lehine sonuçlar çıkarmak için insanlık adına en kötü sonuçları bile fırsata çevirmeyi ihmal etmez. Sermayenin bugünkü politikası da kar mantığına göre belirlenmektedir. Örneğin “evinizden çıkmayın” denir ama evde “yiyecek içecek var mı” diye düşünmez. Dolayısıyla da bu türden salgın hastalıklar vuku bulduğunda en çok emekçiler etkilenir.
Emperyalizm İnsanlığı Tehdit Ediyor
Doğal afet denilen engeller de dahil olmak üzere her türden engel egemen sınıflar tarafından bir silaha dönüştürülür. Ölüm-kalım psikolojisinin içine sokulan kitleler dine, devlete, düzene ve her türden dünya sistemine bağlanmaya mecbur bırakılır. “Toplu halde bulunmayın” diye öğütler veren sistemin kitlesel düzeyde üretimde bulunan emekçileri yine de fabrikada çalışmaya mecbur kılması, sermayenin soruna bakışındaki samimiyetsizliği pek güzel açıklamaktadır. Oysa eğer büyük bir felaket ile karşı karşıyaysak zorunlu temel ihtiyaç maddeleri üreten kurumlar, fabrikalar dışındaki tüm fabrikaların işçileri ücretli izine çıkartılması gerekir. Keza hijyen ve benzeri nedenlerle koronavirüsün yayılmasına, etkili olmasına elverişli olan hapishanelerin boşaltılması kaçınılmazdır. Ordu ve polis kurumları gibi asalak organizasyonlar dağıtılmalıdır.
Ertelenen, yasaklanan uygulamalara bakıldığında insan kuşkulanmadan edemiyor: “Derneklere gitmeyin”, “toplu halde bulunmayın”, “organize olmayın”, “mitingleri erteleyin”, “sosyal medyada ‘kasıtlı’ haber yazmayın ve paylaşmayın”, “greve çıkmayın”, “sınıf mücadelesini unutun”, “valiye, bakana, her düzeyden başkanların söylediklerine uyun”… Yine devam ediyor: Uçağa binmeyin, otomobile, dolmuşa binmeyin, seyahate çıkmayın, ülkelerarası yolculuk yapmayın… Yani burjuvazi yönetimde olduğu ülkeyi hapishaneye çevirdiği yetmiyormuş gibi bir de dünyayı hapishaneye çeviriyor. “Bilimi, uygarlığı, insanlığı ben geliştirdim” diyen sermayenin dünyayı getirdiği son nokta işte budur/burasıdır. Şimdi insanlığa “teslim olun” diyor. İnsanlığın emperyalizme “asıl siz teslim olun” biçiminde vereceği cevap ilginç olabilir. Kaldı ki emperyalizm var olduğu müddetçe, ortaya çıkan her salgın hastalığın veya doğal afetin bugünkü gibi kullanılma ihtimali olacaktır. Zaten koronavirüsün açtığı olanakları kullanmak ilk olmadığı gibi son da değildir. Covid-19 gider sonraki yıllarda bir başka virüs veya benzeri fenomenler onun yerini alabilir.
Koronavirüse Epikuros ve Stoacı Felsefelerden Bakmak
Koronovirüs hadisesi, iyimserlik ve kötümserlik felsefelerini yeniden güncelleştirmeyi gerektiriyor. Felsefe tarihi gibi düşünce tarihi de egemen sınıfların kötümserlik (pesimist) felsefeleri ile halkların iyimserlik felsefeleri (optimist) arasındaki mücadeleye tanıklık eder. Emperyalizm korku ve karamsarlık yayarken adeta insanlığı tehdit ediyor: Bizi kabullenmezseniz beterin beteri var diyerek dünyayı yeni bir Ortaçağ’a teslim etmekle tehdit ediyor. Son yüz yıllık süreci, sermaye Antikçağ’dan Ortaçağ’a geçiş dönemine benzetiyor anlaşılan. Nasıl ki başta Roma egemen sınıfları olmak üzere hakim diktatörlükler, köle ayaklanmalarını tecrübe ettikten sonra iktidarları emekçi sınıflara vermeyip gerici aristokratik sınıflara, örgütlü dinlere ve kiliselere teslim ederek Ortaçağ’ın karanlık çağlarını başlattıysa şimdiki egemen sınıflar da, dünya halklarını, aynı şeyi yapmakla tehdit ediyor. Dünya halklarının bunu yutacağını, yapılan blöfü kabullenip kabullenmeyeceğini zaman gösterecek. Antikçağ’dan çıkış denildiğinde köle ayaklanmalarını temsilen Spartaküs’ü anmak isabetli olur.
Epikuros ve Stoacılığın doğal felsefeleri, geçiş döneminin iyimser felsefeleri oldular. Sınırlı sitelerden sınırsız imparatorluklara evrilen dünyamız ulus devletlerle birlikte yeniden sınırlarla çevrildi. Avrupa Birliği “sınırları kaldıralım” derken iki haftadır, her ülke diğerine sınırını kapatmış durumda. Emperyalistlere, “sorun doğadaki sınırlarda değil, doğa da sınır da yoktur” demek gerekiyor. Stoacıların dediği gibi doğanın kanunlarına uyulması zorunludur. Sermaye sisteminin tüm politikaları gibi “sınır çizme politikaları” da çözüm olmaktan uzaktır. Sermayenin bilime yatırım yaptığı da gerçekleri yansıtmıyor. Marx’ın söylediği gibi çağımızda bilimsel etkinliklerin yerini kar amaçlı etkinlikler almış durumdadır. İnsanlığın biriktirdiği zenginlik, insan için olması gerekirken büyüklü küçüklü çıkartılan savaşlarda heba edilmektedir. Katledilen, yaşamını yitiren büyük insan gruplarının varlığı da cabası. Söz konusu olan “tarihin sonu” ya da “insanlığın sonu” değildir. Tartışılması gereken mesele sermayenin, feodalizmin, sermaye çağının ve emperyalizmin sonu meselesidir. Hep söylenen yönetim krizinin gözler önüne serilmiş haline tanıklık ediyoruz.
Koronavirüs ve Kapitalizmin Kardeşliği
Koronavirüs en çok da sermayeye benziyor. Girdiği bedeni hızla kuşatıyor, kapitalizm gibi gençlerden ziyade yaşlılara musallat oluyor ve “işe yaramaz” gerekçesiyle organizmayı yok ediyor. Kulakların çınlasın Platon diyesi geliyor insanın. Birçok görüşüyle tam da kapitalizme uygun bir filozoftu Platon. Ütopik devletinde yaşlıları, hastaları, engellileri, “işe yaramazları” uçurumdan aşağı atmayı önermişti. Haberler eğer gerçekleri yansıtıyorsa şu anda yürürlükte olan politika da bu şekildeymiş. Avrupa’nın ve liberalizmin hümanizm diye yüzyıllardır böbürlenip durduğu insancılığın geldiği yer işte burası.
Yaşlıları, ileri düzeydeki hastaları kar zarar hesabı yaparak gözden çıkarmak ilginç olmalı. Sermayenin virüsü de kendine benziyor, hatta sermayenin bir ürünüdür demek de mümkündür. Sermaye virüse karşı hijyenik ortam ve bunun için de su’ya vurgu yaparken suyu ne denli kirlettiğini, sınırlı hale getirdiğini, paralı kıldığını, dünyanın yarısının evinde akması gereken su’yun bulunmadığını ya görmüyor ya da görmezden geliyor. Kaldı ki hijyen adına yeni ve ciddi bir öneri de yoktur. Genel ve gevşek önlemler ileri sürülüyor. Zaten bir alışkanlık olarak yaptığımız el yüz yıkama, bunu sıklıkla tekrar etme, kapalı yerlerden uzak durma, taşıyıcılara karşı tedbirli olma vs. Bunlara elbette ki uyalım… Ama sorun bu kadar basit değil…
Kapitalizmin, insanlığa yabancı hatta ona düşman bir sistem olduğu yüz yılı aşkındır söyleniyor. Covid-19 olayı, bu durumda da bir test yapma imkanı sağlıyor. İnsanlar koşa koşa marketlere gidip ne var ne yok alıp bencilce kendi evine götürüyorsa, diğer insanlara tufan deniliyorsa bunun anlamı nedir? Hani burjuvazi eşitlik, özgürlük, kardeşlik kültürünün savunucusuydu? Tersine sermaye üç-beş yüzyıldır kendi suretinde bir insan, toplum ve sistem yaratmıştır. Bu sistem şimdi bir kriz içine daha girmiştir. Kriz kuşkusuz ki onun yapısal özelliğidir. Şimdiki son yılların en derini gibi görünüyor.
Halklara ise bilinçlenme imkanı verdiğini düşünebiliriz virüs vakasının. Hani akılla, deneyle, aydınlanmayla ve bilimle her şeyin üstesinden geliyordu burjuvazi? Üstelik emekçilerin tüm ürettiğinin üzerine çöreklenen sistem çözünü halkları evlere hapis etmekte buluyor. Oysa her türlü bilginin kaynağı ve üreticisi esas olarak halktır. Buradaki örneğimizde sağlık emekçileri, tıp bilginleri, bilim insanlarıdır. Sağlık politikalarını bu kesimlerin belirlemesi, sevk ve idare etmesi gerekirken bu alana yabancı olan ve sağlık süreçlerini kar zarar mantığıyla planlayan unsurlar yapmaktadır. Terslik buradadır.
Kapitalizmde her şeyin ters durduğunun söylenmesi yerinde bir söylemdir. “Halk için bilim” ifadesi kaba bir propaganda değildir. Bilimin, şu andaki düzeyinden çok daha ileride olması mümkündür. Onun gelişmesinin önündeki engel sermayedir. Elbette hastalıklar çıkabilir, bunlardan sistemi sorumlu tutmak anlamasız olabilir. Ne var ki insanlık tıp adına büyük değerler üretmekte, insanın ikinci doğası denilen sosyal dünyadaki zenginlik, doğadan gelen her türden engeli, hastalığı, afeti büyük oranda kontrol edecek potansiyele sahiptir. İşte bu potansiyelin açığa çıkmasının önündeki engelin sermayeci, feodal ve emperyalist sistem olduğunu söylemek gerekiyor.
Koronavirüs, Burjuvazinin Krizine Çare Olabilir mi?
Sermaye, önceki hadiselerde olduğu gibi covid-19 vakasıyla da krizden çıkamaz. Zira miadını doldurmuş bir sistemdir. Yalnız ekonomik kriz içinde değildir sermaye. Ayrıca buna bağlı olarak sosyal ve politik kriz içindedir. Dahası var, estetik, epistemolojik, pedagojik, etik… Toptan bir kriz içindedir. Dolayısıyla doğadan kaynaklansa bile bu türden vakaları fırsata çevirmek istemesi manidardır. Egemen sınıflar ve emperyalist odaklar bu arada birbirleriyle hesaplaşmayı da ihmal etmezler. Virüs belki bir emperyalist blokun lehine diğerinin aleyhine sonuçlar da doğurabilir. Almanya’daki bir ilaç firmasının olası bir ilacının patentini satın almak üzere harekete geçen Amerika’nın durumu başka nasıl açıklanır?
Virüs, biyolojik silah olarak bir emperyalist odağın diğerine karşı kullanma aracı da yapılabilir. Koronavirüs iç siyasetlerde de çok önemli işlevler görüyor olabilir. Detaya girmeden vurgulayalım ki, açlık, yoksulluk, savaşlar, grevler, ölüm oruçları, hapishaneler, göçmenler, intiharlar gibi sorunların da üstünü örtüyor anlaşılan. İşçi sınıfının ve komünizmin tüm bu gelişmeleri, olup bitenleri dikkatle gözlemlemesi zorunludur. Yoksa evlere kapanıp emperyalizm tarafından kumanda edilen ancak bazı hallerde doğruyu yansıtan iletişim araçlarını izlemekle yetinmek tam da coronavirüsün istediği durum olabilir.
Yerel burjuva-feodal yönetimler ve emperyalist sistemin yönetme yeteneğinin kalmadığını covid-19 bize bir kez daha söyletmektedir. Yüz binlerce öğretmenin atanamadığı, yüz binlerce öğrencinin üniversitelere yerleştirilemediği, üniversite mezunlarının iş alanlarında yeteneklerine göre istihdam edilemedikleri söylendiğinde bunun kabaca “sol propaganda” olduğu ileri sürülebilir. Şimdi eğitim kurumları tümden kapatılmış durumdadır. Umarım bir daha açılmaz ve Sokrates döneminin eğitim anlayışı geliştirilerek uygulanır. Sermaye ve onun devleti, milli eğitimler, bakanlar eğitimden ellerini çekerler.
Ulaşım ve sağlık politikaları da büyük oranda çökmüş görünüyor. Oysa eğitim gibi ulaşım ve sağlık türünden hayati önemdeki alanlara insani faktörler dikkate alınarak gerekli özenin gösterilmesi, yatırımların yapılması gerekir. Toplumcu hümanizme vurgu yapılması unutulmaması gereken bir anlayıştır. Bu bağlamda düşünüldüğünde toplumun birbirinden izole olarak evlere çekilmesi sorunlu görünüyor. Gerekli dezenfekte kurallarına dikkat edilerek sosyal ilişkilerin sürdürülmesi gerekir. Analitik felsefeler ayrıştırmaya, izole etmeye meraklıdır. Diyalektik felsefeyle bunun hiç değilse dengelenmesinde yarar var. Hakim sınıflar, tarihte ve dünyanın her yerinde toplumun moralli olmasından değil demoralize olmasından yanıdır. Emekçilerin her türden zulüm düzenine rağmen moralli olması, yine de gülümsüyor oluşuna düşmanca saldırı vardır. Covid-19 ile bu gülümsemeye de bir saldırı olduğu iddiası yabana atılır bir iddia değildir. Bu süreçte gülme, gülümseme ve eğlenmenin olanaklarını yaratmanın çabası içinde olunması naçizane bir öneridir.
Yeni Bir Ortaçağ Tehdidi mi?
Koronavirüsün söylettiklerinden birisi de “yükselişler ve düşüşler diyalektiği”dir. Ayrıntısına girmeden söylemek gerekir ki, insanlık tarihi tek düze ilerlemedi/ilerlemez de. Yükselişleri (corso) ve düşüşleri (ricorso) oldu ve de olacaktır. Antikçağ pek çok bakımdan ileri bir çağdı. Bilim, sanat, felsefe, siyaset gibi disiplinlerin temel ögeleri o çağlarda kuruldu. Düşüş ise Ortaçağ ile başladı. Ortaçağ sistemine teslim edilen kültür düzeneği ve toplumsal yaşam bir daha yekinip harekete geçmesi için yaklaşık bin yıl gerekti. Yeniçağ’la birlikte gelişen modern uygarlıklar (ki gelişmenin motor gücü burjuvazi değil emekçilerdir) sosyalist/sovyetik uygulamalarla bir çıta daha yükseklere sıçradı. Yüzyıldır iki sistem çatışma halindedir. Koronaviris hadisesi, bu çatışma dikkate alınmadan konu olduğunda fazla anlaşılmış olmayacaktır. Çünkü sermaye tıpkı Antikçağ’dan çıkarken nasıl ki düalist bir yol ayrımında kaldıysa şimdi de benzer bir durum söz konusudur: burjuvazi, yeni bir dinsel, teolojik bir ideolojiye mi teslim edecektir dünyayı, yoksa emekçilere ve onların çıkarından başka bir anlam ifade etmeyen komünizme mi?
Dinsellik ve Teoloji Çözüm mü?
İtalya’da kilisede yapılan ayinlerle hastalara, ölenlerin yakınlarına ve tüm halka hitap ediliyormuş. Toplumun teolojiye merakı, çağımızda ancak zoraki uygulamalarla sürebilir. Koronavirüs sermaye odakları yanında dinsellik alanındaki krizi de tetiklemiş durumdadır. Tanrı, çok sevdiği insan-kulunu koruyamaz olmuştur, üstelik cami, kilise ve benzer yerlerdeki ibadetler de ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır. Tüm bu türden olgular sınıf mücadelesi teorisi bakımından felsefi-ideolojik, etik, estetik mücadelenin bir parçası olarak düşünülmelidir. Felsefi materyalizmin gücüne işaret etmek zorunlu görülüyor bu noktada. Çünkü ölüm korkusu sürekli tetiklenmektedir. Ölüm korkusunun ideolojik olduğunu bilmem hatırlamama gerek var mı? Marx’ın ünlü cümlesini anımsamak gerekir: Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur. Bu ifade politiktir.
Varsayalım ki vardır proletaryanın kaybedecekleri. Korkunun ecele faydası olmayacaktır. Toplumun bu denli yaşama sıkı sıkıya bel bağlamasının altında da sermayenin yaydığı bencillik ideolojisi vardır. Felsefi materyalizme göre varoluşa gelen gidecek, doğan ölecektir. Yeniden Epikuros’a bağlanarak bitirmek didaktik olabilir: Ölüm geldiğinde siz yoksunuz zaten. Siz yaşadığınız sürece de ölüm olmayacaktır. Olabildiğince mutlu olmanın, iyimser olmanın olanaklarını bulmak ve moralle yaşamak gerekiyor. Salgına karşı gerekli önlemleri alırken her şeyi sistemin insafına bırakmadan, gerekli kişisel ve toplumsal önlemleri de almak gerekir. Olası bir toplumsal değişim ve dönüşümler esnasında nasıl hareket etmek gerektiğinin örgütsel, felsefi, ideolojik, politik, bilimsel, etik ve estetik seçenekleri üzerinde görüş oluşturmak, mevcut görüşleri güçlendirmek, birlik ve dayanışma duygusuna vurgu yapmak gerekiyor.