Bir grup arkadaşla bilgiye kaynak aramak, kitabi kültürün ve bilinç biçimlerinin önemini belirlemek için bir tartışma yürüttük. Kanaatimce entelektüel zenginlik denilen birikimi, genel kültür ve kitabi kültür olarak ikiye ayırmak mümkündür. Kitabi kültür içinde ise felsefi kültürün başı çektiği iddiası, üzerinde durmayı gerektirir. Kitabi veya genel kültür olsun, felsefi veya bilimsel ve estetik kültür olsun dayanağını üretim süreçlerinde bulur. Üreten, bilir de diyebiliriz. Platon’da olduğu gibi kaynağın idea (akıl) olduğu veya Aristoteles’te ve benzerlerinde olduğu üzere kaynağın duyular olduğu tezi, kuşkuludur. Bilgi üzerinde, bilinç biçimlerinde sınıfsallığın belirleyiciliği göz ardı edilemez. Çünkü Feuerbahc’ın da dediği gibi “insan sarayda başka düşünür kulübede başka düşünür.”
Şimdiki bilgiler üzerinde eski bilgi, birikim ve insanlığın her türden tecrübesi büyük bir rol oynamaktadır. Bu yüzden bilgiyi bir filozofun dehasıyla açıklamak mümkün görünmüyor. Tartışmadaki bir arkadaşın iddiasını da anmak yararlı olur. Arkadaşın dediğine bakılırsa bilgi, boş zamanı gerektirir. Kitap okumak için de boş zaman gerekmektedir. Oysa bu, doğru olduğu sanılan bir yanılgıdır. Boş zaman argümanının arkasında Aristoteles’in varsayımları bulunuyor. Yanlıştır, çünkü bilgi ile boş zaman arasında ilişki olsaydı, kahvelerde, statlarda, camilerde zaman geçirenlerin tümünün filozof olması gerekirdi. Haydi diyelim filozof abartılı olur. Yine de kültür kişilerinden söz ederdik. Oysa zamanı bu alanlarda kullananların bilgiyle de, kitapla da ilgisi bulunmuyor. Bununla birlikte her toplumda, her insanın genel kültür düzeyinde birikiminin olduğu da bir realitedir.
Genel kültür ile kitabi kültürün birbirine karıştırıldığı sıklıkla görülür. Genel kültür, bir bakıma Hegel’deki bilinç seviyesine denk gelir. Bu, tabir yerindeyse sıradan bilinç durumudur. Bunun özbilinç aşamasına çıkması gerekir. Öznenin yeni ve farklı öznelerle karşılaşması ve yarışması anlamına gelir. Bu da yetmez. Us aşamasına yükselmek gerekiyor. İnsan ancak kitabi kültürle us aşamasına yükselebilir. Önemli bir sorun olarak kitabi kültürün abartıldığını görmekteyiz. Ona gerektiği önemi vermek aslolandır. Ne eksik ne fazla değer vermek gerekir. Daha da önemlisi bilgiye değil bilince vurgu yapılması gerektiğidir. Yöntemli düşünme, ihtiyaca göre düşünme ve eylemde bulunma çıkış noktası olabilir. Yani bilgi çağından bilinç çağına geçiyoruz (geçtik). Bilgi veya bilinç, son tahlilde kişilerin değil kolektif ortamın ürünüdür. Bunun temelini de emekçi sınıflar oluşturmaktadır. Bu yüzden toplantıda ön plana çıkan “üreten bilir” tezi son derece önemli olmuştur.
Menon diyaloğunun gündeme gelmesi de ilginçtir. Diyalogdaki tezi halkımız güzel özetlemiştir: Ne aradığını bilmeyen bildiğini anlayamaz. Öyle ya, insan bildiği bir şeyi zaten araştırmaz, bilmediği bir şeyi ise bildiğini ona kim söyleyecektir? Platon bu sorunu çözmek için paralel bir evren icat etmiştir. Oysa yanlış düzenlenen bir denklemin doğru sonucu olmayacağı besbellidir. Dolayısıyla sorular, çözümler, felsefeler, bilgiler önemli olsa da daha önemlisi, yaşamın kendisidir. Değişik yaşam tarzları, değişik üretim biçimleri ve ekonomik faaliyetlerdir. Metafizik sorulara doğru yanıt arama düşüncesi, ne yazık ki insanların terk ettiği bir durum değildir. Tartışmamızdaki sorulardan birisi bunu pek güzel açıklamaktadır: Çok okuyan mı, çok gezen mi bilir? Diyalektik mantıkla değil de analitik mantıkla sorulmuş bir soru.
Gezen mi okuyan mı sorusunu, genel kültür düzeyinde olan çevreler gezenin bileceği şeklinde yanıtlar. Oysa bu genel kültürün ya da “doğal bilincin” bir yanılgısıdır. Eski çağlarda belki bu sorunun yanıtı gezenin lehine idi. Çağımızda ise “gezmekle değil nasıl bir kafayla gezildiği” önemlidir. Bilgi-pratik düalizmindeki gibi bir durum da geçerli değildir. Çünkü gezmekle pratik aynı paralel de değildir. Pratikten kasıt insan veya toplumun üretimde bulunması ve ilişkiyi esas almasıdır. Teorinin karşıtı olan gezmek değil pratiktir. Çağımızda gezme eylemi eski çağlara göre çok daha yaygındır. Çünkü seyahat imkanları maddi ve teknolojik olarak çok gelişmiş durumdadır. Örneğin Eyfel Kulesi’nin ya da Louvre Müzesi’nin gezilmesi, genel kültür ile gezene farklı kitabi kültür ile gezene daha farklı görünecektir.