Yazı, yorum ve eleştirileriyle dikkatimizi çeken, ufkumuzu açan Kadir Can Aydemir geçen hafta sayfamda da yayınladığım mektubunun başlığını “Felsefe Nedir / Gerekli midir?” biçiminde belirlemişti. Mektubunda dile getirdiği eleştirel sorular ve üslup için teşekkür etmek isterim. Bu mektubunda, başlığa uygun olarak üç tane soru sormuş Kadir hoca. Başlığı ve buna bağlı olarak sorulan soruları merak edenler sayfamdaki daha evvel yaptığım paylaşıma bakabilirler. Mektubuna ve sorularına yanıt vermek babında bu yanıtı yazıyorum. Baştan söyleyeyim ki felsefe gereklidir; çünkü değişmek ve değiştirmek bilim, politika ve sanat yanında felsefeyle mümkündür. Felsefe gereklidir çünkü insanı, toplumu ve dünyayı bilmek, açıklamak ve değiştirmek felsefeyle olanaklıdır.
Kuşkusuz Aydemir’in mektubunda dile getirilenler ve eleştirel sorular değerlidir. Bu soruların tek yanıtının olduğunu düşünmemek gerekir. Ayrıca birinci sıradaki soruların bazılarının doğru sorular olup olmadığı da tartışma kaldırır. Unutmayalım ki yanlış soruların doğru yanıtı olmuyor. Bir denkleme, baştan yabancı bir değer eklendiğinde denklemin doğrulanması mümkün olmaz. Kadir’in sorusunun anlamlı kısımları olsa da bilhassa Tanrının, ölümün ne olduğu, bizim kim olduğumuz, insanın, doğanın bir amacının olup olmadığı gibi soruları yine de merakları uyandırması bakımından anlamlı olabilir. Bu soruların bir kısmı Kadir’in de işaret ettiği gibi bilimin alanına kaydı ve pek çok açıdan da açıklanıp aydınlığa kavuşturuldu. Metafizik terimiyle işaretleyeceğimiz sorular ise ister felsefede olsun ister bilim alanında olsun yanıtı olmayacak sorulardır. Bilim gibi felsefe de bu soruları sormayı çoktandır müzeye kaldırmış durumdadır.
Dört Düşünme Biçimi:
Bilim, Politika, Felsefe, Sanat
Kadir’in sorularında yer alan, felsefenin ne olup olmadığına (neliğine) ve gerekli olup olmadığına gelelim şimdi. Bu nokta daha kışkırtıcı gibi duruyor. Felsefenin, tüm bilimleri öncelediği, bilimlerin atası veya temeli olduğu gibi klişeleri bir tarafa bırakmak gerekiyor. Felsefe eleştirel düşünmedir, mantıklı düşünmedir, yok bilmem, sorgulayıcı düşüncedir, türünden açıklamaların da felsefeyle çok az ilgisi var. Çünkü bu tarz tanım veya açıklamalar yalnız felsefe için değil bilim için de, politika için de, sanat için de geçerlidir. Felsefeyle birlikte bu dört disiplinin kendine özgü anlama, açıklama ve dile getirme tarzı var. Bu açıdan felsefe nedir ve gerekli midir? sorusu diğer disiplinler için de geçerlidir. Yani sevgili Kadir’in bu sorusuyla “sanat nedir ve gerekli midir? sorusu aynı mantığın ürünüdür. Bunu politika ve bilim için de tekrarlayabiliriz. Tüm bilgi, düşün ve sanat disiplinleri aynı “işi” yapıyor aslında: Var olanı kavramak ve onu aşmak. Gerçekliği aşmak anlayışını Marksizm bağlamında düşünmek, benim açımdan zorunlu görülüyor.
İnsanın çeşitli düşünme biçimleri olduğunu söylüyorum. Genellikle bilim, politika, felsefe ve sanat olduğunun da altını çiziyorum. Bunların kendilerine özgü konu ve yöntemleri, amaçları bulunduğu gibi dilleri de farklılık gösterir. Buna göre felsefe gereklidir demiş oluyorum. Çünkü felsefe olmaz ise insanlık düşünme yöntemlerinden birisini kaybetmiş olacaktır. Bir analoji yapmak uygun görünüyor: İnsan göz, kulak, burun ve dil sahibi olan bir varlıksa ve bilme büyük oranda bunlarla gerçekleşiyorsa, bunlardan birisini yitirmek bazı sorunlara yol açabilir. Hatta Aristoteles gibi filozoflar bilmede göz organına vurgu yaparlar. Göz olmadan bilme olmaz gibi bir anlayış.
Buna göre felsefe olmaz ise insan temel düşünme organlarından birisini kaybetmiş olacaktır. Geriye sanat, bilim ve politika kalır. Bunlar bilme için yeterli değildir, eksiktir. Felsefe, bilme eyleminde merkezi bir rol oynar, bilim gelişiyor diye felsefe ortadan kalkmaz. Elbette gözünü kaybeden insanlar yine de bir varlık gösterirler, bazı yetenekler diğer organlara transfer olur. Bu durum organlardan birisinin gereksiz olduğu anlamına gelmez. Hele hele göz gibi felsefe de hafife alınacak bir etkinlik gibi görünmüyor.
Felsefe Eleştirel Düşünme Değildir
Felsefe “Kavramsal” Düşünmedir
Felsefenin gerekliliği onun ne olduğunun da ipuçlarını vermektedir. Bu kısmı Kadir hocamın ikinci sorusuyla ilişkilendirerek yanıtlamak daha uygun görünüyor. Her olay, olgu, varlık, varlık tarzı, kendileri dışındaki var olanlardan hareketle varlık kazanırlar. Bu, diyalektik düşünceye tekabül eder. Felsefe diyorsak, bilim, sanat ve politika gibi disiplinlerin var olmasındandır.
Düşün ve sanat disiplinleri için aynı “işi” yaparlar demiştik. Ama nasıl? Sanat nesnel ve öznel planda estetik kaygılarla kendini gerçekleştiren bir düşün alanıdır. Picasso veya Dostoyevski bu kategoridedir: Dünyayı güzellik kurtarır. Bilim, nesnel araştırmaların alanıdır ve deney ile gözlemle yapılan etkinliklere denir. Einstein, pastör örnektir: Su normal basınç altında yüz derecede kaynar. Politika, insanı ve toplumu organizasyon içindeki konumuna göre açıklama, değiştirme etkinliğidir. Lenin, Che Guavera örnektir: Burjuvazi kendi çıkarını, emekçilerin çıkarıymış gibi gösterir. Felsefe nedir? sorusuna geldik şimdi. Felsefe, her türden varlığı “kavramsal” çerçevede açıklama ve değiştirme etkinliğine denilmektedir. Platon, Hegel ve özellikle Marx’ı anmak gerekir: Toplumsal varlığımız toplumsal bilincimizi belirler.
Dört düşünüş tarzı demek, dört değişik dil demektir. Bir an için dil ile düşüncenin özdeş olduğunu varsayıyorum. Felsefenin kendine özgü dili vardır, tıpkı bilim, sanat ve politikanın da kendilerine özgü dilleri olduğu gibi. Eğer sevgili Kadir ve belli bir kamuoyu bana felsefeci diyorsa, dilimden dolayı bunu demektedir. Bu yüzden de bir düşün ya da sanat kişisine dilini değiştir demek, “ilgili alandan ayrıl, başka bir düşünce faaliyeti içine gir” demekle aynı anlama gelir.
Dört disiplin üzerinden açıkladığımız bu anlayışta, bu disiplinleri, analitik felsefelerde olduğu gibi, birbirinden izole ederek ele alamayız. Kavramsalın simgesel olanla, politik olanın bilimsel olanla bağları vardır. Bu yüzden de bilimden anlamayan bir felsefeci düşünmek zor olduğu gibi sanattan anlamayan bir bilim insanı veya felsefeyi bilmeyen bir politikacı ya da sanatçı düşünemeyiz.
Felsefenin Kendine Özgü Dili
Sevgili Kadir’in üçüncü sorusu daha genel gibi görünüyor. Pedagojik çağrışımları olan bir sorun gibi duruyor. Bence tek tarz bir pedagoji yoktur. Felsefi pedagojiden söz etmek gerekiyor. Felsefeye yönelen, onda derinleşmeye çalışan kişi, bir bakıma sanat, bilim, politika alanına nasıl yöneliyorsa, bu yönelme felsefe için de geçerlidir. Genel kültürü kitabi kültürle besleme ve geliştirme diyorum buna. Felsefeyi tanımak, öğrenmek ve yapmak için felsefe tartışmalarına, açıkoturumlara, panel ve konferanslara iştirak etmek gerekir. Özellikle de kavramsal düşünmeye alışarak felsefenin dilini öğrenmek zorunludur. En çok da bu dil meselesi sorun oluyor ve “sade yazılamaz mı?” sorusu ön plana çıkıyor. Unutmayalım ki felsefe en sade biçimde yapıldığında da bu soru, felsefecinin yakasını bırakmıyor, bırakmayacaktır… Her zaman yalının daha yalını istenecektir! Felsefe ülkemizde ve dünyada kültürün bir parçası haline gelmedikçe hatta bilim, politika, sanat gibi disiplinleri öncelemedikçe de soru değişmeyecektir.
Felsefenin ne olduğu, gerekli olup olmadığı, felsefede derinleşmenin yollarını açıklığa kavuşturmak için Kadir hocayla yapılmakta olan bu tartışmaların artırılması gerekiyor. Bu nedenle tanımlamalardan ziyade etkinlik ve eylem içinde öğrenmenin ve uygulamanın yolunu bulmak gerekir. Kaldı ki tek tarz bir felsefe de yoktur. Mesela Aydınlanma kültüründen gelen hurafelere, filozofların “aptal halk kitleleri”ni aydınlattığı etkinliğe felsefe denebiliyor. Teolojiyi ve ilahiyatı felsefe zannedenler de var. Aristoteles’i, Descartes’i, Kant’ı veya Nietzsche’i ezberlemeyi felsefe bilmek/yapmak olduğuna inananları da hatırlatmak isterim. Dahası…
Dahası, pozitivizm de bilimsel felsefe adına felsefe sayılır. Bu anlayış bizim ülkemizde daha da yaygındır. Marksizm cephesinden bakınca durum değişir. Mesela sınıf dinamiğini dikkate almayan felsefeler gerekli midir, denildiğinde benim yanıtım “hayır” olacaktır. Bana göre değişmeyi, değiştirmeyi hedefleyen ve aynı zamanda bilim, politika ve sanat verileriyle uyum içindeki etkinliği felsefe olarak değerlendirmek uygun görünüyor. Dolayısıyla Kadir’in birinci sorusunda bilime vurgu yapan anlayış anlamında Marx ve Engels de eski felsefeleri kastederek “felsefenin sonu”nu ilan etmişlerdir. Bu, felsefeyi reddetme değil, belli bir türden felsefeyi reddetme anlamına gelir. Sonu ilan edilen felsefenin yerine felsefi materyalizmi koyduklarını anlıyoruz.
Felsefe Profesörü/Öğretmeni ile Filozof Ayrımı
Pedagoji ile bitirmek istiyorum. Her disiplinde olduğu gibi felsefeye yönelirken insanların farklı hedefleri olur. Genel kültür düzeyinde bir felsefeyle yetinenlerin büyük bir felsefi çaba içinde olmaları şart değildir. Oysa yüksek lisans düzeyinde felsefeyle ilgili olmak için kitabi kültür kaçınılmazdır. Felsefeyi, filozofların düşüncelerinden (felsefe tarihinden) ibaret sayan birisi için de yüzeysel okumalar yeterli olabilir. Felsefe tarihini öğrenip topluma ya da öğrencilere anlatmak isteyen kişi için daha detaylı okumalar kaçınılmaz görünüyor. Çağımızda diğer disiplinler için olduğu gibi felsefe öğrenmek için de üniversite eğitimi gerekli olsa bile kesinlikle zorunlu değildir.
Bir de bu faaliyetler yanında felsefe yapan felsefeciler var. Genellikle filozof derken bu düzeye işaret ediyorum. Spinoza’ya demişler ki, “sizi üniversitede felsefe profesörü yapalım”, o da “hayır ben felsefe profesörü değil filozof olacağım demiş.” Yani insan felsefeye yöneldiğinde bunu çeşitli seviyelerde düşünebilir. Kıyısından köşesinden başlayarak girmek gerekir, gelişme süreç içinde oluşur. Marx’ın dediği gibi ayağa kalkmak için “ayağa kalkacağım” demek yetmez ayağa kalkmak gerekir. Buna benzeterek biz de felsefeyi kavramak için “felsefeyi öğreneceğim” demek yetmez “felsefe öğrenmeye başlamak gerekir” diyebiliriz. Felsefeyi bilmek, başkalarına anlatmak ve bizatihi üretmek ve yapmak için yola çıkanlara bir filozof şu güzel öneride bulunuyor: Hiçbir deha/filozof kısa sürede ve bir çırpıda yetişmemiştir.