Yazıya başlık yaptığım cümle Mehmet Akkaya’nın yeni kitabının alt başlığından alındı. Bir diğer alt başlık da Eleştirel Bilgi Felsefesi Tarihi olarak belirlenmiş. Kitap felsefe tarihi mantığıyla yazılmış ve adına da Bilgi Kuramı denilmiş. Bu yazıda dil felsefesi, sanat felsefesi, siyaset/politika felsefesi türünden kitapları da olan Mehmet Akkaya’nın yakında okuduğum bu yeni kitabıyla ilgili açıklamalar ve tartışmalar yapacağım.
Bilgi Kuramı adlı kitap, bilgi tartışmasıyla başlıyor onunla bitiyor diyebiliriz. Niçin biliyoruz, nasıl biliyoruz, bildiklerimizi nasıl doğruluyoruz? Yaşam-bilgi ilişkisi, bilginin sınıflarla olan bağı nasıl açıklanır? Bilgi filozofların bir buluşu mu, yoksa emek süreçleriyle de ilgisi var mı? Sorular ve konular çoğaltılabilir. Mehmet hocanın çalışmasında tüm bu geniş konu ve sorulara Thales, Herakleitos ve eski filozoflardan başlayarak günümüze gelen süreçte karşılaştırmalar yapılarak açıklamalar getirilmiş. Hegel ve Marx daha yoğun olmak üzere Lenin ve Mao Zegung gibi teorisyenlerin de epistemolojilerine yer verilmiş.
Felsefeye Biraz Yabancıyız
Şahsen ben, bir fen bilgisi öğretmeni olarak, eğitimimde, “bilgiyi” öğrenme konusu üzerinden, yani “öğrenme psikolojisi” üzerinden ele almışımdır. Yani formasyonumuz bu yöndedir. O derste, öğrenmenin (yani bilgi edinmenin), şu dört yolu üzerinde duruluyor: Davranışçı Öğrenme Kuramları, Bilişsel Öğrenme Kuramları, Bilişsel Ağırlıklı Davranışçı Kuramlar ve İnsancıl Kuramlar.
Sonuç olarak bilgiyi, bilmeyi, öğrenme üzerinden ele alan biz, felsefe bölümü haricindeki öğretmenler; ne yazık ki lisans dönemimizde felsefe dersi almadığımızdan, bilginin felsefi yönüne biraz yabancıyızdır. Tabi ki özel araştırmalarımız yoksa! Ki şahsen ben, bırakalım lisans dönemini, lise dönemimden itibaren, felsefeyi önceleyen yapımla, kısmen de olsa bu boşluğumu doldurduğumu düşünüyorum. Son iki yıldır ise Mehmet hocamla felsefeye ilişkin bilgi alışverişi yoluyla, onun kitaplarını okuma suretiyle ve daha farklı kaynaklara başvurarak bu boşluğumu ekstra kapama yolluna gittiğimi hissediyorum. Bu bağlamda, Akkaya’nın Aralık 2019’da yayınlanmış olan Bilgi Kuramı kitabını okumam ve eleştirel bir yazı yazmam, farz oldu diyebilirim.
Bilgide Kökene İnmek
Biz sıradan sayılacak insanlar için çok açık olan kimi konular üzerine, filozoflar, sonu arkası gelmeyen tartışmalara girmişlerdir. Peki, zorları nedir filozofların? Her şeyin temeline inmektir! Zira felsefe, her şeyin kökenine inmektir ve bilmek, bir şeylerin nedenlerini bilmektir! Peki, epistemoloji dediğimiz, bilgi kuramı, temelde neleri konu edinir? “Bilgi nedir? Bir şeyi biliyorum demek ne demektir? Neleri bilebilirim? Bilgiyi nasıl elde ederim? Bilginin unsurları nelerdir? Bilmenin ölçüt ve koşulları nelerdir? Bilginin türleri nelerdir? İşte Mehmet Akkaya hocamız da tüm felsefe tarihi içerisinde, bilgi kuramı hakkında bir şeyler karalamış olan tüm filozofları, Diyalektik Materyalist Epistemoloji temeli üzerinden eleştiriye tutmuş. Akkaya, sadece kitabın önsöz ve giriş kısımlarında Diyalektik Materyalist Epistemolojiyi anlatmış, ondan sonra ise -üstelik bu felsefi kuramın kurucuları olan Marx’ı da- eleştirel olarak yorumlamıştır.
Bu kitap, benim gibi hayata diyalektik materyalist pencereden bakanlar için, bir hazine değerindedir. Ve biz diyalektik materyalistler, “hazinelerimizi” dahi, eleştirel olarak süzgeçten geçiririz. Nasıl ki Mehmet hocam, filozoflara eleştirel bakmışsa biz de onun felsefesine eleştirel bakabiliriz. Her değere eleştirel bakılması gerektiği Akkaya’nın kitabında bizatihi vurgulanıyor. Marx’a Marksizme gönderme yapılıyor: Katı, mutlak, kutsal hiçbir değer yoktur.
Felsefe Konularına Katkı Yapmak
Akkaya, yıllardır sürdürdüğü felsefi çalışmaları neticesinde, konuyu kimi çevrelerce, tartışılmaz olarak görülen ezberler üzerinden değil de kendinden de katkılar sunarak bir eser ortaya koymuş. Ve belirtmek gerekir ki kitabı asıl olarak okutan, kitabın omurgasını kuran da konuya getirdiği bu katkılardır! Nelerdir onlar? Görebildiğim kadarıyla şunlardır: Bilgi “keşifle” değil, “icatla” olmuştur! Bilgi-bilinç diyalektiği üzerinden söyleyecek olursak da aslolan bilgi değil, bilinçtir. Ve söylemeye bile gerek yok ki söz konusu bilinç; emeği, emekçiyi temel alan bilinçtir!
Yine kitapta, Epistemolojik Kriz Teorisi üzerinden söyleyecek olursak, Marksist teorinin, burjuva bilgi ve bilim anlayışındaki krizin diyalektik materyalizme geçişle/dönüşle aşılabileceği vurgulanır. Üstelik bu değim ve dönüşümden diyalektik materyalizm de muaf değildir! Zira her çağın yalnız bilgi felsefesi değil, sanat bilim ve politika anlayışı da kendi çağına özgüdür. Yine “Milliyetçi/Teolojik Epistemoloji” başlığı altında, ülkemiz ve ülkemize benzer ülkelerin bilgi anlayışlarının, ‘filozofça’ yorumlanması da kitapta vurgulanması gereken yerlerdendir! Bu bahsettiğim bölümlerle ilgili örnek de vermek isterim.
Sayfa 16’da geçen, bilginin “keşif” değil de “icat” olduğu sorunu, özellikle açıklayıcı ve önemlidir. Bakalım… “Bilginin asıl üreticileri, maddi yaşamı da üreten emekçi sınıflardır; ama bilgi sorununu kavramlaştıran, bilgiyi geliştiren, onu kitabileştiren, soyutlayan, bilimselleştiren ise filozoflardır, epistemologlardır. Demek oluyor ki bilgi felsefesi masa başında yapılıyor olsa da, onun maddi verileri fiziksel dünyadan, somut üretim faaliyetlerinden gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında bilginin, bir keşif değil de icat olduğu da aydınlığa kavuşmuş oluyor. Oysa egemen bilgi felsefesi tarihine bakıldığında Platon’da daha belirgin olmak üzere Locke, Descartes, Spinoza, Kant ve Hegel gibi büyük düşünürler de bilgiyi, adeta keşfedilen bir fenomen olarak ele almışlardır.”
Bilginin Dayandığı Kaynaklar
Belirtmeye çalıştığım gibi Akkaya, yukarıdaki alıntıladığım paragraflar temelinde, eleştirel bilgi felsefesinin tarihini işliyor. Yine sayfa 24’te “bilgi sosyolojisi” vurgusu da önemlidir! Hüseyin Bal’ın Bilgi Sosyolojisi kitabından yaptığı şu alıntıyla konuya giriş yapar: “Belli düşünce biçimlerinin toplumsal kökenleri açıklığa kavuşmadan bu düşünce biçimleri tam olarak anlaşılamaz.” Ardından şu vurguyu yapar: “Toplumsal kökenler, bilginin dayandığı kaynaklardır. Nasıl ki politika sermayenin yoğunlaşmış haliyle ilgili ve onun soyutlanmış biçimi ise aynı analojiyi bilgi ve kaynağı arasında da düşünebiliriz: Bilgi, maddi üretim ilişkilerinin en yoğunlaşmış soyut biçimidir.”
Bu, “olumlu” yanları üzerinde durduğum kitabı, benim gibi meslekten felsefeci olmayanların sorgulaması, eleştirmesi, kuşkusuz kendi bilgi seviyemize göre yapılacak bir iştir. Ve herkes, kendi kabı kadar su taşır! Bu bakış açısı ile felsefeye, bilginin kaynağına, bilgi kirliliğinin nedenlerine eğilmek istiyorsanız, şansınız yok, bu kitabı okuyacaksınız. Şahsen ben, bu kitapta, kendi payıma önemli bilgiler edindim, dahası bilinçlenme yaşadım. Hoş, o bilinçlenme, daha önceki diyalektik materyalist felsefe bilincimle zaten vardı, ancak burada elde ettiklerim, temelde şunlar olmuştur: Felsefi bir dille günümüz felsefecilerine kadarki dönemi eleştirel olarak bakmak; ülkemizdeki felsefecilerle, sıradan insanların günlük yaşamındaki bilgi sistematiğini de eleştirel olarak yorumlamak!
Halkın Bilim Tarihi Kitabı
Kitap boyunca beklediğim ama görmediklerim de vardı: Filozofların yaşadığı dönemin sosyo-ekonomik durumu ile filozofların mesleklerinin ne olduğunun belirtilmesi. Ki bilindiği gibi, özellikle Antikçağ’da, filozoflar aslında başka meslek sahibidirler. Yine filozofların emekçi kesimlerle olan bağları nasıldı, hangi fikirlerini, ne şekilde bu kesimlerden almışlardır, sorusu da önemlidir! İşte bu belirttiğim olgulardan sadece dönemlerin sosyo-ekonomik yapısı kitapta kısmen anlatılmış. Ama diğerlerine değinilmemiş. Oysa kitabın temel argümanı olan bilginin kaynağının emekçi sınıflar olduğu tezi, ancak filozofların bu kesimlerle ilişkileri net olarak sunularak anlamlı hale getirilebilirdi. Üstelik Akkaya, benim üzerinde çalıştığım ve kendisinin de taslağını okuyup yorumları ile katkıda bulunduğu Bilime Yolculuk adlı kitabımda faydalandığım (Doruk Yayınları’nda, basım aşamasındadır bu kitabım), bilim tarihinde emekçilerin rolünü gayet iyi anlatmış olan bir kitaptan haberdardır.
TÜBİTAK Yayınları’ndan çıkmış olan Clifford D. Conner’in “Halkın Bilim Tarihi” adlı söz konusu kitap, bilim tarihinde “dev” olarak adlandırılan bilim insanlarının, aslında dönemin madenci, ebe ve tamircilerinden nasıl da faydalandıklarını, tek tek anlatmıştır. Fakat Akkaya, bu kitaptan kendi dalı olan felsefede, yeterince faydalanmamıştır. Bilgi Kuramı’na Halkın Epistemoloji Tarihi adı bile verilebilirdi. Yine de Akkaya, son dönemlerde felsefe dünyasına yeni bakış açısıyla yepyeni eserler kazandıran bir felsefeci olarak ilgimizi çekmeyi artırarak devam ettiriyor. Onun kitaplarını okuyalım, tartışalım, zenginleşelim derim, elbette eleştirmeyi de ihmal etmeden…