Panel, konferans ve sunumların yeni adresi “Mersin 68’liler Lokali” oldu. Ormanlık bir alanın kıyısında inşa edilmiş. Dönemin devrimci atmosferini yansıtan, güneşli bir ocak ayında felsefe yapmak üzere bir araya geldik. Konu başlığına bakılırsa eskide kalmış bir kuşağa yeni bakış açıları getirip, günümüz açısından değerini saptayacaktık. Konu “Siyaset Felsefesinde 68 Hareketi” olarak kararlaştırılmıştı. Sunum orman gezisiyle başladı desek yanlış olmaz. Geziye ve konferans sunumuna eşlik eden Mustafa Güler, Aysel Kılavuz, Abuzer Kiraz, Doğan Gökşen, Cafer Demirtaş, Fethiye Tuncel, Göksu Baykal, Kenan hoca ilk aklıma gelenler. Sorular yönelterek sunuma katkı yapan Süleyman abi, Hasan Kapıkıran, Nurettin Aktan, Hasan Kılıç ve tartışmaya eşlik eden, kitaplarıma ilgi gösteren tüm dostları anmam gerekiyor.
Tarsus ve Mersin’deki felsefe sunumlarını, Mersin 68’liler Barış ve Kardeşlik Ormanı’ndaki programla devam ettirdik. Konu başlığımız “Siyaset Felsefesinde 68 Hareketi” idi. Programa dönemin politik aktivistleri başta olmak üzere yüz civarında insan katıldı. Politika ve felsefe ilişkisini merkeze alarak yaptığımız tartışmada felsefe tarihinde bir gezintiye de çıkmış olduk. Efesli düşünür Herakleitos’u çıkış noktası yapmamız kanaatimce iyi bir başlangıç oldu. Konuşmamın ardından çıkan eleştiri, analiz, tartışma ve yorumlardan anlaşıldığına göre felsefe halen “yüce” bir disiplin olarak kendisine sempatiyi sürdürüyor. Yine hem benim açıklamalarıma göre hem de katkıcıların tavrına bakılırsa felsefe giderek daha çok ihtiyaç haline geliyor. Öne çıkardığımız temalardan birisi de şu oldu: 68 Hareketi, başladı ve yeni biçimler alarak devam ediyor.
Platon ve Aristoteles Karşılaştırması
Herkesin kabul edeceği tek tarz bir felsefe yoktur önermesinin Mersin’deki toplantılarda da altı çizildi. Sınıf dinamiğini dikkate almayan felsefe, bilim, sanat ve siyasi anlayışlar gerçeklikten kopuk olarak değerlendirilir. Elbette insanların kişisel yetenekleri, psikolojik özellikleri farklıdır. Dolayısıyla felsefelerin farklı olmasında bu kişisellikler rol oynar. Bununla birlikte felsefedeki asıl farklılıklar buradan gelmez, insanların içinde bulundukları coğrafi koşullardan, sosyal ortamlardan daha da önemlisi sınıfsal konumlarından kaynaklanır. Herakleitos eğer “her şey değişir” demişse bunun bir sosyal, politik nedeni vardır. Yalnızca kişisel dehasından kaynaklanıyor olamaz. Aristokrasinin temsilcisi pozisyonundaki Herakleitos’un, demokratların iktidarına karşı çıkmak için “her şey değişir” demesi anlaşılmaz değildir. Toplantıda üzerinde durulan konulardan birisi de Platon ve Aristoteles’in siyaset felsefelerinin açıklanması oldu. Siyaset felsefesi açısından bana Platon daha çok siyaset filozofu, öğrencisi Aristoteles ise siyaset bilimcisi olarak görülür.
Siyaset bilimi bölümlerinde öğretilirken bazı hocaların Aristoteles’i siyaset biliminin kurucusu olarak değerlendirdiklerini anımsıyorum. İstanbul Üniversitesi’nde Fatmagül Berktay hocam bunlardan birisidir. Platon ütopyaya daha çok önem verdi ve tabir yerindeyse olası bir devlet ve düzen tasarladı. Bu yüzden de sıklıkla gerçeklikten koptu. Çok tartışılır tezler ileri sürdü. ‘Toplumu filozofların yönetmesini’ istedi. Bu, filozofların kral olması anlamına gelir. Filozoflar da aristokrasi sınıfındandır. Aristoteles, daha ayakları yere basan bir felsefe (bilim) kurdu. Siyasal açıdan toplumları, devletleri inceledi. Olanı saptadı, ihtiyatlı hareket etti. Toplumların ruhuna uygun yönetimler önerdi. Elbette o da hocası gibi Aristokrasinin bakış açısını aşamadı. Egemen sınıfların yanında yer aldı.
Siyaset Felsefesinde Rönesans’ın Ele alınış Tarzı
İki sınıfın felsefesi bakımından anlamlarının da araştırıldığı sunumda, Rönesans’ın motivasyonları üzerinde duruldu. Burjuva sınıfının rolü mercek altına alındı. Ne olmuştur da yeniden doğuş olmuştur? Sıradan bilinç ve genç kuşaklar bu durumu da insanların dehasında arar dururlar. Bu bakışa göre büyük sanatçılar çıkmıştır, zeki filozoflar doğmuştur, bilim gelişmiştir. İyi de, neden zeki insanlar çıkar, bilim gelişir? Durup dururken mı olur bütün bunlar? Bu soruların yanıtı da, eğer üretim süreçleri, toplumsal ilişkiler, üretim güçlerinin gelişimi gibi konular dikkate alınmazsa doğru olarak açıklanamaz. Yeni sınıf ve yeni koşullar; yeni fikirler, yeni felsefeler demektir. Sermaye sınıfı olarak burjuvazi yeni çıkarlar için yeni yeni yollar aramıştır. Coğrafi keşifler basit merak duygularıyla ilgili değildir. Yeni pazarlar demektir. Bunun için Amerika’dan Hindistan ve Uzak Doğu’ya kadar pek çok mekanın “keşfi” gerekmiştir. Buralar köle, mal ve eşitsiz ticaret yöntemleriyle sömürülmüştür.
Descartes, Locke, Spinoza, Hume gibi büyük filozoflar burjuvazinin yükselmeye başladığı koşullarda felsefe dünyasında görünür oldular. Bu durum, oldukça manidardır. Üretimin farklılaşması, sektörlerin ayrılmasını, bilim ve felsefenin de sınıflanmasını getirir. Öyle de olmuştur. Marksist teorinin bu filozofları yüceltmesi de, toplantı da konu edildi. Gerek Aydınlanma’nın gerekse Batı filozoflarının adları anılırken de aynı eleştirel bakışı sürdürmek gerekir. Kant ve Hegel gibi düşünürler de kuşkusuz ki sermayenin çıkarına uygun düşen felsefeler kurdular. Bunları Herakleitos’un izinden giden filozoflar olarak betimleyebiliriz. Emekçileri, özne olarak görmüyor, kadınları “Allah yarattı” yapmıyor, işçi sınıfını ise yok sayıyor ve hatta “insan” kategorisi içinde görmüyorlardı. Bu anlayışın karşısına çıkan bir tek felsefe ve teori tanıyoruz: Marksist felsefe, Marksist teori.
Marksist Teori ve 68 Hareketi
Marksist teori, pek çok pratiğe imkan sunduğu gibi 68 Hareketi’ne de imkan vermiş ve ilham sunmuştur. Sunumda bizzat vurgulandığı üzere Marx, “Hegel’in sistemini tersine çevirdik” derken Hegel’de içselleşmiş olan tüm bir felsefe tarihini tersine çevirmiş oluyor. Felsefede hareket deyince ilk akla gelenin Marksist felsefe olması gerekir. Dolayısıyla 68 Hareketi ile ilişkisini kurmak zor değildir. Marksizm bir hareket, eylem ve praksis felsefesi olarak tözden, geist’ten, idea’dan ayrılmaktadır. Kendisinin de değişeceği iddiasında olan biricik felsefedir. Önemi de bu noktada aranmalıdır. Marx, Engels ile birlikte anılır. Dahası var. Marsizme katkı yapan nesilleri de anmak gerekiyor. Lenin, Stalin, Gramsci, Troçki, Plekhanov, Mao Zedung, Enver Hoca bunlardan bazılarıdır. Paris’te, 68 Hareketi “Marx – Mao – Marcuse” sloganıyla başlamıştı. Türkiye sol hareketine Mao’nun dahil olması da bu çerçevede ilginç bir gelişmedir.
“Siyaset Felsefesinde 68 Hareketi” başlığı bize başka neleri söyletir? Sunumda bu konuyu momentler üzerinden açıklama gereği duydum. Birinci moment Paris Komünü’dür. Teorinin pratiğe dönüşümü Paris Komünü ile başlar diyebiliriz. İkinci moment daha güçlüdür: Ekim Devrimi. Üçüncü moment olarak Çin Devrimi’ni görüyoruz. İşte 68 Hareketi denilen hadise, dördüncü moment olarak görülmektedir. Bence hem ülkemiz özelinde hem de dünya ölçeğinde bu da bir devrimdir. Güçlü bir devrim olmayabilir. Bu yüzden “isyan”, “hareket”, “olay” gibi uydurma kelimeler yerine “başkaldırı” ya da” ayaklanma” terimlerini kullanmak gerekir. Yeni momentler saptarken Rojava’daki gelişmelerin dikkate alınması gerekir.
68 Hareketi Yalnızca Bir Politik Hareket Olmadı
68 hareketi, ana akım düşüncenin ve Türk resmi ideolojisinin iddia ettiği gibi sıradan bir öğrenci hareketi de değildir. Bu hareketin, öğrenci formu kazanarak ortaya çıkmasının önemi yoktur. Hızla kitleselleşmiş ve dünya çapında işçi, emekçi mücadelesine dönüşerek sınıf mücadelesinin önemli bir örneği ve bileşeni haline gelmiştir. 68 Hareketi’nin felsefesini yaparken bir noktanın daha altını çizmek kaçınılmaz görünüyor. Hareket yalnızca bir politik hareket olmamıştır. Aynı zamanda yeni sanat anlayışları getirmiştir. Bilim yöntemlerini etkilemiş, felsefenin daha zenginleşmesi gibi sonuçlar doğurmuştur. Ülkemiz özelinde bakılınca, Hareket başlamış ve devam etmektedir. Mücadelenin tek forumunun olmadığını unutmamak gerekir. Sınıf mücadelesi her tarihi koşulda yeni biçimler alarak devam eder. Hareket, ne denli arkasındaki TKP ve TİP gibi yapılarla ilgiliyse günümüzün hareketi olan HDP projesiyle de o denli ilgilidir.