On gündür Malatya’dayım. Doğduğum, çocukluğumun geçtiği yerleri ziyaret ediyorum. İlçede, köyde ve şehir merkezinde görüşmelerim, gözlemlerim oluyor. Bir felsefeci “eski yurt”ta ne bulur diye soranların da olacağını varsayarak bazı deneyimlerimi paylaşmak istedim. Unutmayalım ki, felsefeci/filozof, yeni kavramlar üreten kişidir. Yeni kavramlar ise işlevseldir. Bu işlevlerden birisi de kavramların felsefeciyi yönetmesi, daha doğrusu yönlendirmesidir. Kavramlar felsefeciyi yönlendirirken, ona eşlik eder, gittiği yerlere de gider, görülen yerler felsefeyle görülür.
Her türden varlığa ve her türden kavrama felsefeyle bakmaya filozofça bakış diyebiliriz. İlk fark ettiğim köylüsü ve şehirlisiyle toplumun politikaya duyarlı oluşudur. Bu durum belki Malatya dışındaki İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde de benzerdir. Neden felsefe, sanat ve bilim değil de, politika? Malatya şehir merkezinde yazar, gazeteci, politik aktivist ve eğitimci/öğretmen arkadaşların da bulunduğu toplantılarda da aynı soruyu sormadan edemedim. Neden politika? Üstelik kuramdan yoksun politika… Medyanın yönlendirdiği politika. Televizyon haberlerinin belirlediği gündemler üzerinden sunulan politika. Çoğu zaman yeniden yeniden sermayenin –kapitalizmin- lehine sonuçlar doğuran politika…
Felsefe Üzerinde Yoğunlaşmak
Kuramsal Politika ile Aktüel Politika
“Neden politika?” sorusunun yanıtını irdelemeden önce dostlara, kurumlara ve mekanlara dair biraz detay versem iyi olacak. Son yıllarda Malatya şehir merkezinde bir araya geldiğimiz arkadaşlar var. Gazeteci, yazar Turan Özkan, Eğitim-Sen’den Tarık hoca, her zaman yakın dostluk sürdürdüğüm Mazlum Köse (PSAKD), Osman arkadaş, nispeden genç politik yetenek Kemal (EMEP), eğitimci, yazar Hasan hoca (HDP), eğitimci ve yazar Mustafa Yuka, Malatya Eşit Yurttaşlık Derneği’nden Aydın Dede, ilk aklıma gelenler. Eskiden bir de Songül başkan vardı, şimdi İstanbul’da. İnönü Üniversitesi’ne yaptığım geziyi de bunlara eklemeliyim. Turan ve Osman arkadaşlar, toplumun okumadığından yakınıp duruyorlar. Üstelik sol kesimlerin okumuyor oluşları, onları daha da kaygılandırıyor. Belki de haklılar. Yine de okuyan kesimlerin varlığını göz ardı edemeyiz gibime geliyor. Eğer dostların analizi gerçekliği yansıtıyorsa, bunun nedeni olarak felsefesizliği göstereceğim. Bu yüzden felsefe üzerinde yoğunlaşmak kaçınılmaz oluyor.
Felsefe ve politika, teorinin iki ayağını oluşturuyor. Diğer iki ayak ise bilim ve sanattır. Şimdilik bilim ve sanatı paranteze alalım. Malatya tecrübesi açısından felsefeye ve politikaya dair birkaç noktanın altını çizmekle yetinelim. Eski çağlarda olduğu gibi günümüzde de toplumların politikaya merakı daha fazla. Politikaya merakın nedenlerinden birisinin, sermayenin tavrından kaynaklandığı ileri sürülebilir. Sermaye, bu disiplinin dinamik olduğunu biliyor ve sürekli manipüle etmenin tarzlarını üretiyor, yeniden üretiyor. Ortaçağ’ı andırıyor. Ortaçağ’da kilise, sanatı, özellikle de plastik sanatları, toplumları yönlendirmek için yaygınlaştırıyor ve düpedüz kullanıyordu. Burjuvazi onun yerine, bir ölçüde, politikayı koymuş durumda. Politikayı da iki boyutlu ele almak gerekiyor: Aktüel politika ile kuramsal olarak politika.
Felsefi Olan ile Politik Olan
Politika açısından, toplumun büyük kesiminin, aktüel olan ile potansiyel ve kuramsal olanın farkında olduğunu söylemek kolay değil. Aktüel politikaya oranla felsefe, derin düşünmeyi, okumayı, eleştirel bakışı, itirazı ve olası varlık tarzlarını öngörmeyi zorunlu kılar. Bununla birlikte politik olan ile felsefi olanı birbirinden ayırmak da doğru bir yol değildir, kolay da değildir. Zira arkasında derin felsefi birikimlerin olmadığı politika kuru ve sığ kalacaktır. Kuru ve sığ olduğu kadar emekçi sınıfları, kölelikten kurtarmaya da yetmeyecektir. Keza merkezinde politik olana alan bırakmayan en kapsamlı felsefeler, en şatafatlı kavramlar ise havada uçuşan tezlerden başka bir anlam taşımayacaktır.
Felsefe ve politika dediğimizde, bunların tek tarzından söz etmediğimizin anlaşılması gerekir. Sınıfların varlığına ve gücüne göre felsefeler ve politikalar özellik kazanırlar. Burjuva bakışla proleter bakış benzer olmadığı gibi burjuva politikası, burjuva felsefesi de proletaryanınkinden farklıdır. Hatta birbirine karşıttır. Egemen düşünce ise bunları aynılaştırır: Politka politkadır, felsefe felsefedir. Bu bakışın açmazlarını her entelektüel tartışmada görmekteyiz. Malatya’daki bir tartışmada da bunun fark edilmesi zor olmadı.
Bir konuşmacı, sermayenin faşist partilerindeki demokrasi araştırması ile devrimci-demokratik diye bilinen partilerdeki demokrasi araştırmasını, aynı mantık ve bakış açısıyla yapıyordu. Örneğin her ikisinde de demokrasinin olmadığını söylüyor. İşte felsefeden yoksun bakış biçimlerinin geldiği çıkmaz nokta burasıdır. Bir kere sermaye partileri kendi aralarında karşılaştırılır. Sosyalist veya devrimci-demokratik denilen partiler (örgütler) ise birbirleriyle karşılaştırılır. İkincisi devrimci-demokratik partiler, kadro partileri ve kitle partileri olarak ayrılırlar. Bunlar arasında elbette benzerlikler vardır. Çünkü bu gruptaki oluşumlar emekçi sınıfların çıkarı doğrultusunda mücadele ettikleri iddiasındadırlar. Bu iddiaları, tüzük ve programlarında görmek mümkündür.
Varolana Felsefeyle Bakmak
Kavramlara felsefeyle bakılmaması da büyük bir açmazdır. Entelektüel dünyayla tanışmış olan çevreler kavramsal olana kısmen yaklaşmış olsa da kırsal kesim için durum daha da vahimdir. Kırsal kesim, feodalizmin ve kapitalizmin ideolojisine maruz kalmamış olsaydı, realiteye daha yakından temas edecek ve belki de şu andaki yabancılaşmaya maruz kalmamış olacaktı. Sınırlı dünyasından dolayı kırları, televizyon ve benzeri sermaye araçlarının daha fazla etkilediğini düşünebiliriz. Bununla birlikte hem kırda hem de kentte varlığa ve bilhassa kavramlara felsefeyle bakıldığını söylemek neredeyse imkansız. Bu yüzden de cumhuriyet, demokrasi, bayrak, ulu önder, laiklik türünden kavramlar tam bir efsaneye bulanmış olarak görülüyor. Oysa bu kavramların kendi başlarına hiç bir değerleri yoktur! Hele hele emekçi sınıflar için asla!
Bunlar halihazırda, başında “burjuva” terimi kullanılarak anlam bulmaktadır. Dolayısıyla örneğin “burjuva cumhuriyeti”, emekçiler için sömürü üreten bir sistem olmaktan başka bir şey değildir. Ancak “halk cumhuriyeti” veya “sosyalist cumhuriyet” söz konusu ise emekçi sınıflar için anlamlı olabilir. Cumhuriyetin tarihsel olarak ileri bir kavram olduğu bilgisi de doğru değildir. Roma, imparatorluk olmazdan önce cumhuriyet idi. Buna göre imparatorluk cumhuriyetten daha ileri olarak düşünülmüştür. Keza bugün Avrupa’daki İngiltere, Hollanda, İsveç gibi yerlerde krallık bulunmaktadır. Bilinir ki, o krallıklardaki yönetim İran, Türkiye, Libya ve benzeri ülkelerdeki cumhuriyet yönetimlerinden daha makuldur.
Demokrasi Ne Kadar Demokratiktir?
Demokrasiye de felsefeden bakıldığı düşünülemez. Eğer felsefeden ya da filozofça bakılabilseydi, demokrasinin sermaye tarafından yüceltilen bir kavram olduğu ve emekçi sınıfları manipüle etmenin bir aracı olduğu gözlerden kaçmazdı. Seyahatimdeki buluşmalardan birindedemokrasiyi de açıklama gereği duydum. Demokrasi burjuvazinin yönetim biçimlerinden birisidir. Cumhuriyet daha ziyade devlet biçimi olarak betimlenirken demokrasi yönetim biçimi olarak betimleniyor. Burjuvazinin başka yönetim biçimleri de var mıdır? Vardır. Mesela sosyal demokrasi de bu yönetim biçimlerinden birisidir. Başka var mıdır? Evet, vardır.
Bonapartist diktatörlükler, faşizm ya da faşist dikkatörlükler, parlamenter demokrasiler, askeri diktatörlükler… Tüm bunlar sermayenin uyguladığı yönetim biçimleridir. Demokrasinin bilinen ilk örneğini Atina’da ve diğer polis devletlerinde görüyoruz. Şehirler, polis olarak adlandırılıyordu. Bugünkü şehir güvenliği için kullanılan polis terimi de oradan geliyor. Demos+krates, Grekçedir; demos’un yönetimi anlamına gelir. Birleşik isimdir. Kentin zenginlerinin yönetimidir kastedilen demokrasi; çünkü halk denilenler zenginler, yani malı mülkü olanlardır. Yoksullar, köleler, kadınlar, çocuklar, halk veya vatandaş ya da özgür sayılmıyor. Diyelim Atina meclisi beş yüz kişiden oluşuyor. Demokrasinin bunlar arasında olması koşulu var. Bir nevi rotasyon sistemi. Demek ki kendi içinde demokratik, dışarıya karşı ise anti-demokratik.
Burjuvazi Manipüle Eder
Uzun yüzyıllardan sonra demokrasinin yeniden sosyal yaşama girmesi, emekçi sınıfların mücadelesi ve bu mücadeleyi manipüle eden burjuvazi aracılığıyla oldu. Burjuvazi yönetime geldiği her coğrafyada kendi içinde demokrasi uygularken (uyguladığını varsayıyorum) emekçi sınıflara karşı anti-demokratik davranışlara girdi. Bu davranışlarını faşizm biçiminde okumak ve değerlendirmek de mümkündür.
Felsefeyle temelleri atılmış politik bakış olmadıkça demokrasinin burjuva biçimleriyle sovyetik biçimlerini ayırmak kolay değildir. Zira demokrasi emekçiler için asıl anlamını Rusya örneğinde olduğu gibi proleter demokrasilerde, Çin örneğinde olduğu gibi yeni demokrasilerde ve halk demokrasilerinde bulmuştur.
Cumhuriyet ve demokrasiye felsefeyle bakıldığı gibi laiklik, bayrak, aydınlanma, vatandaş, halk gibi kavramlara da benzer bir bakış atılacağı ve emekçiler adına analizler yapılabileceği sanırım anlaşılmıştır.