Aynı olay ve olguları dile getirmemize rağmen değişik diller, yöntemler, üsluplar kullanıyoruz. Çünkü her düşün ve sanat disiplininin kendisine özgü kavrama ve dile getirme tarzı var. Düşünsel olan kavramsal olandan ayrıldığı gibi her ikisi de sanatsal anlatımdan ayrılır. Keza sanat disiplinlerinin sunumu da birbirlerinden değişiklik göstermektedir. Fonetik sanatların işleyişi, plastik sanatların işleyişinden ve dramatik sanatların sergilenmesinden farklıdır. Dramatik ya da sahne sanatlarında gösterme çok belirgin olarak kendisini açığa çıkartır; dekorlar, kostümler, ışıklar, sesler önem kazanır. Geçen hafta izlediğimiz Şeyh Bedreddin Destanı adlı müzikli oyunu bu çerçevede kısaca değerlendirmek istiyorum.
Epik tarzda sunulan bir oyun olduğu, hemen oyunun başında anlaşılmaktadır. Nazım Hikmet’in şiirlerinden uyarlanan oyunda Ali Yıldırım rol alıyor. Tek kişilik müzikli oyun demek gerekiyor. Meddah geleneği üzerine oturmuş bir oyunculuk var, ucu B. Brecht’e dek varıyor diyebiliriz. Bu türden oyunlarda dekor ve kostüm uygulamasının yalın/basit olduğunu, tiyatro ile ilgisi olan herkes bilir. Özel bir perde alışkanlığı da olmadığı için oyun, dramatik türden farklı bir biçimde sergileniyor. Bağlama eşliğindeki müzikle de oyunun sosyal ve siyasal içeriğine uygun bir paralellik düşünülmüş. Burak Şahinkaya ve Reyhan Yüksel’in de çabalarını anımsatmak gerekiyor. Müzikler kadın sesiyle de zenginleştirilmiş. Opera tarzı, bazen de ikinci sesten okuma tekniklerine rastlıyoruz.
Eskiden beri pek çok oyununu izlediğimiz Yıldırım, bu defa Bedreddin oyunuyla sahnede görünüyor. Uzun zamandır da oyunu birçok çevrede sergilediği biliniyor. Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’ndeki sunumuyla seyirciye heyecanlı sahneler sunduğunu hatırlatmak istiyorum. Kendine özgü buluşları da umarım izleyicinin ilgisini çekmiştir. Şiirlerle sorular soruluyor, müzik soruları yanıtlamak üzere oyunu ilerletiyor. Tek kişilik oyunculukla sahnede yer alan Yıldırım, Bedreddin’i yansıtırken basit de olsa, konunun ruhuna uygun bir kostümle görülüyor. Kostüm Ortaçağ Anadolusu’nu andıran basit bir örtü, asa, kuşak, yere serilmiş bir koyun postu ve başa geçirilmiş bir kavuktan oluşuyor. Buradaki yalınlık oyunculuğa da yansıdığı için tiyatro yerine tyatral terimini kullanmak daha gerçeğe uygun görünüyor.
Şeyh Bedreddin Destanı adlı bu oyun birçok ögeyi dikkate alarak kurulduğu için de dikkat çeker. Tarihsel bir olay vardır merkezde, bunu izliyoruz. Ayrıca demokratik yönetimler kuran bir halk yaşamıştır bir zamanlar, bu hatırlatılıyor. Sonra bu halk Osmanlı egemen sınıfları tarafından vahşice bastırılmıştır. Bu temanın, Nazım Hikmet gibi bir şairin şiirleriyle sentezlenmesi gerekecek ve bu da tiyatral bir biçimde sunulacaktır. Ciddi bir dramatürji çalışması yapmak gerekir. Oyunun rejisine düşen bu ciddi işin de aşıldığını, oyunun akışından anlamak olasıdır. Seyircinin pürdikkat, oyunla adeta özdeşleşmesini de aynı biçimde değerlendirmek gerekir. Bu bağlamda yeniden söylemek gerekirse epik bir sunum söz konusu olduğu için oyun sıklıkla müzikle, şiirle, aksiyonla kesiliyor ve özdeşlik yerini yabancılığa bırakıyor.
Tiyatro gibi sanatlarda birden fazla sanat disiplininin unsurları kullanılmaktadır. Müzik, şiir, söz, sahne, dekor bunlardan bazıları. Bedreddin Destanı’nda bunları izlerken içeriğin güçlü bir biçimde izleyiciye geçtiğini düşünebiliriz. Destansı bir tarza gösterilen sahnelerde yürüyen atları, feodal sömürüyü, kadınların pozisyonunu da izlemek mümkün oluyor. Bir şiirselliğin ormanında yürüyen izleyici anakronik yaparak kah 15. yüzyıla gidiyor kah günümüze geliyor. Bu bakımdan oyunun aktüel bir boyutundan da söz etmek gerekiyor. Şiirle tiyatronun buluşması gibi Bedreddin ile Nazım’ın seslerini aynı sahnelerde duymak da oyunun bir başka özgünlüğünü gösteriyor.
Geniş bir coğrafyada geçen ve çok sayıda aktörün ve halkın katıldığı bir olayı canlandırmak, tek yapılı, monoton bir tarzı kaldırmaz. Oyuncunun da tek olduğu düşünülürse zorluk daha da artar. Ali Yıldırım, bu zorlukları dikkate alarak büyük bir enerji harcıyor. Manisalıyı, İzmirliyi, Edirneliyi şive değişikliği yaparak lanse etmeye çalışıyor. Jestler, mimikler de olayın yükseliş ve düşüş süreçlerine uyarak hareketli bir biçimde uygulanıyor. Bedreddin güçlerinin yükseldiği anlar yansıtılırken sahnede daha güçlü ve oyuncuda haykıran, coşan bir ses gelirken, Bedreddin güçlerinin geri çekildiği ve yenilgi sürecine girdiği anlar ise nispeten daha sönük bir hava ve ölgün bir ruh hali ile veriliyor. Bu yükseliş ve düşüşleri Nazım Hikmet’in şiirinin niteliği ile de ilişkilendirmek gerekir.
Oyunun ve oyunculuğun akışında şiirlerin diyalektiği ve kafiyeli dizelerin de payı olsa gerek. Oyunculukla ilgili şunu da belirtmek gerekiyor ki, Ali Yıldırım oyununun giderini saza ve söze verdiği süreçte de duruşuyla, duruşuna uygun duygu ve psikolojisiyle oyunu sürdürmüş oluyor. Oyuncuyu, Börklüce’nin katlini, devamında Torlak’ın katlini, son olarak da Bedreddin’in idamını canlandırırken, onların başlarının bir bir yere düşüşlerini oynarken görüyoruz ve oyun son buluyor.