Bugün (8 Aralık 2019) İstanbul-Bakırköy’deki “İnsanca Yaşamak İstiyoruz” mitingindeydim. Barakalardan, varoşlardan, fabrikalardan, okullardan, evlerden, iş yerlerinden gelen sesleri dinledik. Potansiyel olanın açığa çıktığı, teorik olanın somutluk kazandığı, pratiğe dönüştüğü bir sahneden söz edilebilir. İnsanı, toplumu, dünyayı anlamanın önemli olanaklarından biridir böyle sahneler ve miting günleri. Katılımın düşük olduğu bir miting oldu bu seferki. Böyle durumlarda nicelik üzerinden analiz yapmak sosyal bilimler açısından doğru olmaz. Nitelikten hareketle yapılan tahliller, gerçeğin anlaşılması açısından daha didaktiktir. Nitelik açısından ise durum çok da pozitif olmasa bile katılımcı kitlenin ruh haline bakıldığında, atılan sloganlar incelendiğinde, sosyal ve siyasal içerikli afiş ve pankartlar gözlemlendiğinde, insan “umutsuz olmamıza gerek yoktur” diyebiliyor. Nihayetinde umutlarla döndüğümüz bir mitingi daha geride bırakmış olduk.
Mitingler yalnızca mitinglerden ibaret değildir. Toplumun birbirini tanıması, kaynaşması, kendisini çeşitli açılardan göstermesi, farklı siyasal, felsefi ve ideolojik çevreleri farketme ve farkedilme için de işlevseldir. Diğer mitinglerde olduğu gibi 8 Aralık Mitingi’nde de yoksulluğa, işsizliğe vurgu yapılması normaldi. Ayrıca kayyumların geri çekilmesi talebi sıklıkla dile getirildi ki, bu da toplumun yalnızca ekonomik talepleri değil siyasal talepleri de olduğunu işaret etmektedir. Anarşist dostların giyim kuşamlarını, isyan ve anarşi taleplerini de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Emeklilikte yaşa takılanların çabaları ve kürsüdeki sunumlara da yansıması, önemli olurken; yapılan zamların geri alınması talebi de ekonomik taleplerin vazgeçilmezliği olarak yorumlanmalıdır.
Böyle mitinglerde farklı siyasal ve entelektüel çevrelerden insanlarla karşılaşmak, fikir teatisinde bulunmak eskiden beri ilgimi çeker. EMEP’ten tanıdıklar, fotoğrafçım Hidayet abi, Köz’den Hüseyin ilk aklıma gelenler. Dostları görüp gözlem yaparken, pankartları okurum, savunulan görüşlerin felsefi, siyasi, estetik anlamlarını da irdelerim. Hangileri yaratıcı, hangileri reformcu, hangileri devrimci diye değerlendirmeler yapmayı da ihmal etmem. Yeni yapılar, yeni sloganları önemsemekle birlikte “bu yenilerden” biraz da kuşkulanırım. Daha da önemlisi olup bitenlerin sermayeye nasıl göründüğünü, kapitalist-faşist düzenlerin emekçi mücadelesini nasıl değerlendirdiğini de merak ederim. Mesela güvenlik için emekçileri tel örgüler içine alan polisleri, onlara talimat yağdıran şefleri, onların çocuklarını, ailelerini merak edip amirlerin neler düşündüğü de bilmek isterim. Sorular devam eder: Acaba bu emekçiler alanlara çıkmıyor olsa bu kişiler ne iş yapar?
İncirli caddesinin sonuna kadar yürüyeyim dedim, yürüyüş kolunun sonunda ÖDY’yi gördüm. Ön tarafta KESK yürüyordu. Turan hocayla selamlaştık. Pankartlı, sloganlı yürüyüşü hoşuma gitti. Morali yüksekti. Salih hoca da her zamanki gibi fotoğraf çekiyordu. Semtten Erdoğan yanımdaydı. Gitarist Yasin’i gördüm geçerken. Kitlenin taleplerini sordum. KHK ile ihraç edilenlerin geri alınmasına işaret etti, bu talep de alanda çok etkiliydi. “Biz kalacağız siz gideceksiniz” deniliyordu. Kaldıraç’ın kitlesel yürüdüğünü, TİP’in de ondan kalır yanının olmadığını anımsatmak isterim. Kargo çalışanı Seçim, kolumdan tutmasaydı Levent Tüzel ile göz göze gelecektik. Çağrıcı Bektaş arkadaşı da anmak gerekiyor. Çünkü elime tutuşturduğu gazete polis kontöründe “güzel bir sorun” oldu. Memur gazeteyi elimden alıp baktığı sırada “sende kalsın” deyip devam edince kolumdan yakaladı “hayır bende kalmasın, al” dedi.
Mitinglerin politik atmosfer taşıdığına kuşku yok. Bununla birlikte politik, ekonomik ve ideoloji dışı yanları da olur. Bunlar bazen oldukça renklidir. Mesela epeydir göremediğim Aysel’i gördüm. Kocasından ayrılmıştı. Yeni bir sevgili bulmuş, onu tanıştırdı. “İşi var” demeyi de ihmal etmedi. Miting atmosferinin duygusunu taşıyor mu diye düşündüm. Alanla oldukça ilgiliydi Aysel. Katılımdan şikayetçi oldu. “Kürtler yoktur” diye de ekledi. “Nicelik önemli değil” dedim. Kürtlerin de alanda olduğunu ilave ettim. Tartışma biraz derinleşti. Erkan Baş’ı görünce yönümü o tarafa dönerek Aysel’e veda ettim. Kürsüden HDP ve CHP milletvekillerinin de alana girdikleri anons edildi. Kitlenin biraz daha cesaretlendiğini düşündüm. Düşünürken de topluluğun içine ve sahneye doğru yaklaşıyordum ki, ESP’den Şahin hocanın kolumdan tutmasıyla ona döndüm ve kucaklaştık. Yeni kitabımı (Bilgi Kuramı) sordu. Kendisine bir tane ulaştıracağımı söyledim. Kısa bir konuşma geçti aramızda. Ortak noktamız “barakaların sesine kulak verelim” oldu.
Kürsüde saygı duruşu yapılmış, konuşmacılar sunumlarını bitirmiş, Vardiya şarkılarını ortaladığı sıralarda alan boşalmaya başladı. Tam o sırada Yaşam Ağacı Derneği’nden Rıza, daha donra da Ali’yi gördüm. O ana kadar birçok konu ve soru birikmişti zaten. Soruları birleştirerek değerlendirme yaptım, ki onu da burada paylaşarak sonlandırmak istiyorum yazımı. “Devlet sol”u ve “milliyetçi sol” oldum olası bu türden mitinglere katılmıyor. Bu mitingde ise tamamen yoktular. Radikal sol ise geri çekilmiş durumda. HDP ile ittifak halindeki sol da büyük bir baskı altında tutuluyor. Toplumda biriken potansiyel, bu ve benzeri nedenlerle alana yansımıyor. Oysa Türkiye halen devrim potansiyeli taşıyan toplumların başında geliyor. Bunu hem emperyalizm hem de Türk büyük burjuvazisi çok iyi biliyor. Bunca baskı, sansür ve saldırının nedenini de burada aramak gerekir diye düşünüyorum, bilmem yanılıyor muyum?