Bugün Mazgirt yollarındaydık. Hüseyin Cevahir’in köyünden geçerken Kenan Yerlitaş’ın, döneme ilişkin verdiği bilgiler bizi yakın tarihe götürdü. Sonra Darıkent köyüne doğru yolculuk sürdü. Baba Mansur Ocağı’na konuk olduk. Ocakta kahvaltı ve panel yapıldı. Panelin konusu Alevilerin direniş tarihi başlığını taşıyordu. Narin Gülçiçeği ile birlikte konuştuk. Gülçiçeği, Alevilerin ibadet biçimlerini, geleneklerini kitleye Kürtçe, Türkçe olarak anlatmayı tercih etti. Ben bu yazıda, kısaca kendi sunumumdan söz etmekle yetineceğim.
Kızılbaş tarihi ile Dersim tarihi arasında bir paralellik olduğunu anımsatmak isterim. Alevi mi, Kızılbaş mı diyeceğiz sorusu ile Dersim mi Tunceli mi diyeceğiz sorusunu aynı mantıkla yanıtlamakta fayda var. Bu iki dinamik hem tarihsel olarak hem de kültürel olarak benzerdir. Panelde de vurgu yaptığım gibi Dersim tarihi gibi Kızılbaşların tarihi de, klan, kandaş toplumlarından mirastır. Bu yüzden Dersim halkının, Horasan veya bir başka yerden gelip bölgeye yerleştiği gerçeklere uygun görünmüyor. Keban barajı altında kalan Pulur höyüğündeki kalıntılar Dersim’in en az 5000 yıllık geçmişi olduğunu söylüyor. Daha fazlası da var. Bu tarihe göre yerleşim olarak kabile toplumlarına yani eşitlikçi toplumlara tekabül ediyor. Kadim Dersim halkının dışarıdan geldiği, mantığa da uygun değil. Köy, köm ve mezarların büyük kısmı dağ başlarında yer alıyor. Ayrıca etik de değil. Çünkü Dersim halkını sığıntı gibi göstermek oluyor.
Gelelim Kızılbaşların tarihine. Kızılbaşların, Anadolu’ya başka yerden geldiğini söylemek abesle iştigaldir. Alevileri, İslam’ın veya bir başka kültür, din içinde göstermek de gerçekleri yansıtmıyor. Panelde de belirttiğim gibi eşitlikçi bir toplumun tarihini Ehli beyt, Ehli sünnet vs başlatmak da, sorgulanması gereken bir husustur. Keza, Kızılbaşlar Hitit, Luvi, Sümerlerden de neşet etmiş olamaz. Bunlarla etkilenme ilişkisi olmuş olabilir. Alevilerin kültür tarihinde “14 bin yıl gezdik pervanelikten” biçiminde sözlerin olduğu düşünülürse konu daha iyi anlaşılacaktır. Tekrar iddia ediyorum ki, bu toplumun köklerini sınıflı, uygar dönemde değil, tersine sınıfsız, komünal dönemde aramak gerekiyor. Alevilerin tarih boyunca, sömürüye, mülkiyet dünyasına, devlete, silaha, savaşa karşı olmasının nedenini de eşitlikçi, klan toplumlarında aramak gerekiyor. Klan ve komünal gelenek Dersimliler kadar Kızılbaş ve komünistler (komünizm) için de ortak mirastır.
Dersim’in ismi hukuki bir sorun teşkil etmeye devam ediyor. Ulus devletler birçok konuda tekçidir. Tek dil dayatması da bunlardan birisidir. 1935’e dek Dersim adını kullanan kent, aynı yıl çıkartılan bir yasa ile Tunceli adını alıyor. Daha önceki yazımda Dersim’in etimolojisini açıkladığım için tekrar etmek istemiyorum. Dar – sim, gümüş kapı anlamına geliyor. Şimdilerde de Dersim ve Tunceli çatışması devam ediyor. Alevi ve Kızılbaş dediğimiz terimler için de benzer bir durum var gibi görünüyor. Burada en naif inancın Alevi ile Ali arasında bağ kurulması olduğunu düşünüyorum. Oysa Alevi ile Alev arasında kurulacak bir tekabüliyet ilişkisi daha inandırıcı olur. Çünkü Baba Mansur Ocağı da dâhil olmak üzere, Alevilikte ocak sistemi önemlidir. Bu kurumların da klan demokrasilerinden miras kaldığı kanaatindeyim. Ocak terimi yanında Alevilerde ışık, güneş, çerağ ve “alev” gibi terimler son derece önemlidir. Toplantıda da bir kadının hatırlattığı gibi güneşe dönülerek dua edilir. Bu veriler ışığında denilebilir ki, Kızılbaşlar Ali’den değil alev’den gelmiş olmalı. Dolayısıyla önerim, Alevi / Kızılbaş toplumuna “Alevci” denilmesidir.
Dersim’i, ezilen kentler kategorisine koymak yanlış olmaz. Buna göre Alevci geleneği de ezilen inançlar kategorisine koymak gerekiyor. Ezilenlerin tarihi ise çoğumuzun bildiği üzere emekçi sınıfların tarihine paralellik arz eder. Her iki toplumsal grubun tarihi direnişlerin tarihidir. Ayaklanmadan ziyade direniş diyorum. Her ikisi de sınıflı, modern, uygar dünyaya karşı kendi gelenekleri için direnmiştir. Kerbela direnişi ile Dersim 38 direnişi arasında bağ kurmak zor olmasa gerek. Daha da anlamlı bir direniş örneğini Pir Sultan trajedisi ile Seyyit Rıza trajedisi arasında kurabiliriz. Alevci / Kızılbaş geleneği direnişler bakımından bizi, Mazdeklere, Karmatilere, Babailere, Börklüce’ye kadar tarihin derinliklerine götürür. Dolayısıyla Alevci gelenek, aynı zamanda da bu mücadelenin bir mirası olarak vardır.