Haftasonu türkülü, deyişli, sazlı, sözlü bir televizyon programına katıldım. Kızılbaş kültürü üzerine konuşmak için katıldığım programda festival gibi görüntüler ortaya çıktı. Programda değerli akademisyen arkadaşım, siyaset bilimci Dr. Erdal Gür ile birlikteydik. Halk ozanı Ali Sağlam’ın sorularını yanıtladık. Gür’ün, Alevi kurumlarının örgütlenme modeli üzerinde durması ve birlik, beraberlik duygusuna vurgu yapması dikkat çekiciydi. Alevilerin, kurulu düzene karşı mesafe alarak eşit yurttaşlık hakkı için mücadele etmeleri gerektiği üzerinde de duruldu. Konuşmalarımız, Kızılbaş kültüründe önemli bir yer kaplayan felsefeye, sanata, şiire ve müziğe kadar genişledi. İki saat süresince Konuşmalarımız yapılan türküleri destekledi, türküler de sunum içeriklerimizi besledi ve anlamlı hale getirdi diyebiliriz.
Televizyon programı derken, çoğunuzun bildiğini zannettiğim Yıldız En Tv’yi kastediyorum. Halk müziği ağırlıklı bir kanal. Alevi türküleri ve deyişleriyle popüleritesi yüksek olan bir platform. Ortamdaki otantik ve folklorik durumun bende bıraktığı ilk algı, ülkemizde kültürel düzeyde varlığını sürdüren feodal değerlerin varlığı oldu. İnsan ilişkilerindeki yakınlık, samimiyet, sıcaklık bir adım ileride görünüyordu. Program sırasındaki atmosfer ise görmeye değerdi. Onlarca ozan, bağlama sanatçısı, gitarist, müzisyen, çaycısı, kadınlı erkekli seyircisi ve genç kameramanlarıyla büyükçe bir stüdyoda idik. Söylenen Kürtçe, Türkçe şarkılar, türküler ve türkülerin pekçok formu ruhumuzu doyuran bir nitelik taşıyordu. Müziklerdeki içerikler ayrı bir değer taşırken melodik yapılar, anonim eserler, yaratıcı besteler, duygu yüklü ezgili sesler, canlı performanslar hem bize hem de izleyicilere duygu dolu, estetik ve güzellik dolu zamanlar yaşattı.
Alevi / Kızılbaş kültürünü, Osmanlı – Türk resmi ideolojisinin verilerinden, sözüm ona bunların arşivlerindeki belgelerden öğrenmeye çalışanların, bu türden platformları gözlemlemerinin daha isabetli olacağını anımsatmak isterim. Programın bileşenlerine yakından bakanlar, Kızılbaşların dostluktan, insan ilişkilerinden, sanat ve edebiyattan ne anladıklarını, nasıl bir inanç ve ibadet anlayışına sahip olduklarını bizatihi somut, canlı diyaloglardan görecektir. Sunum, konuşma ve icra edilen dildeki kendine has kavram, terim ve terminoloji Kızılbaş kültürünün doğasına ve aktüel pozisyonuna uygun yeterince özgün veri sunmaktadır. Ben de müziğin yoğun performansı içinde aralıklarla yaptığım konuşmada bu kendine haslığa ve özgünlüğü işaret etmeye çalıştım.

Alevi / Kızılbaş inancı ile sanat, edebiyat, şiir ve müzik arasında yakın bir bağ olduğunu düşünürüm. Konuşmamda bu noktaya eğilmem sanırım dikkatlerden kaçmamıştır. Kanaatim odur ki, sözlü kültür geleneği en çok da sanat kanalıyla üretilir, var olur, yayılır ve taşınır. Bu şekliyle sanatsal üretim ile sözlü kültür geleneği arasında bağ kurmak önemlidir. Sözlü kültür, en çok da saklı ve muhalif toplumsal gelenekler için söz konusudur. Diğer tek tanrılı dinler, resmi devlet dini özelliği taşıdıkları için sözlü kültüre ihtiyaç duymaz. Çünkü kendilerini korumaya, saklayıp gizlemeye ihtiyaçları yoktur. Resmi devlet ve toplum dinleri, Alevilik gibi eşitlikçi topluluk dinlerinden daha ayrıcalıklı bir yerde bulunur, inanç ve ibadetleri orta yerdedir. Topluluk (gemeinschaft) dinleri ise sınıflı toplumla, onun sömürücü kurumları, devlet ve mülkiyet düzeniyle çatışma içinde olduğu için dışlanır, yasaklanır ve öteki olarak ilan edilir.
Bu durumda Kızılbaşlar gibi yasaklı inançlar, kültürlerini muhafaza etmek için çeşitli yetenekler icat edip geliştirmek zorunda kalır. Türküler, deyişler, dualar, kendine özgü dil felsefesi, ozanlık geleneği, güçlü bir bellek yapısını da zorunlu kılar. Çünkü uygar dünya ve devlet sistemlerinin, eşitlikçi toplumlara karşı yaptıkları saldırı ve yağma sırasında korunacak değerlerin somut, orta yerde değil zihinde / bellekte olması gerekir. Aksi halde, yazılı olursa bunları, yağma düzeni kolaylıkla yok edebilir. Dolayısıyla görülüyor ki eşitlikçi topluluk dinleri ile sanat arasında sıkı bir bağın olduğu aşikar. Bu yüzden de Kızılbaş kültürünü, diğer dinler içinde, onu da yalnızca bir din olarak ele almak uygun görünmüyor.
Eşitlikçi ve özgür yasaklı kültürlerin, toplumdan ziyade topluluk inancı olması ve kaynağını, geleneksel dinlerden değil komünal toplumun eşitlikçi ilkelerinden alması, son derece önemli bir ayrım noktasıdır. Kaynak, komünal toplumdur (natural situation). Buna göre Alevi inanç formu, bir ezilen inanç formu olarak tarihsel süreçte emekçi sınıflar ve toplumlar ile paralellik içinde var olmuştur. Hıristiyanlık, Yahudilik veya sıklıkla iddia edildiği gibi İslam türünden ana akım dinlerle bir ilgisi olmamıştır. Olsa bile bu, esas yönü teşkil etmez. Tersine bu kültür, sınıflı, mülkiyetli, devletli sistemlerle karşıtlaştığı gibi ana akım devlet dinleri ile de çatışma içinde olmuştur.
Çatışma teorisi üzerinden bakıldığında Alevi kültürü ile Marksist teori ve Marksist felsefe arasında benzer bir boyut da tespit edilebilir. Ana akım burjuva – liberal teoriler, Marksizmi, diğer felsefe akımları içinde “herhangi bir akım” gibi göstermek isterler. Böylece tüm felsefi, politik, iktisadi, estetik akımlara karşı Marksizmin özgünlüğü sıradan hale getirilerek tasvir edilir. Yasaklı inançlar nasıl ki ezilenlerin teorisini temsil ediyorsa, Aleviler buna “yol” öğretisi diyor, Marksizm de emekçi sınıfların teorisi olarak işlev görmektedir. Bu dinamik yönün üstü örtülmek istenir. Dolayısıyla sınıf mücadeleleri tarihi boyunca ezilen halklar, uluslar, inançlar ile emekçi sınıfların mücadelesi ve ittifakı arasında diyalektik bir yakınlık bulunması anlamlıdır. Yol öğretisi ve Marksist teorinin özgünlüğüne benzer bir durum günümüzde “devrimci Kürt hareketi” için de geçerlidir. Bunlar elbette başka bir yazının konusu olabilir.
Programda da işaret ettiğim gibi sanatın, saklı kültürler açısından üç temel özelliğinin olduğu ileri sürülebilir. Birisi sanatsal üretimin ve yaratımın, zihinde / bellekte korunabilmesidir. İkincisi insanı hem düşünce hem de duygu boyutuyla bütünsel olarak betimlemesi, sarması ve kucaklamasıdır. Bu özellik, sanatı bilimden, siyasetten ve felsefeden ayırır. Üçüncüsü de sanatın, manevra kabiliyeti gelişkindir. Sanatsal aktivitede öznellik ilkesi geçerli olduğu için siyasal baskılara karşı kendisini daha iyi savunabiliyor. Misal Bektaşilik üzerinden söylenirse, insanlar kendi görüş ve eleştirilerini doğrudan dile getirmek yerine Bektaşi fıkralarında olduğu gibi Erenler’e veya bir Bektaşi’ye söyletirler. Şiirlerde geçen pekçok söz ve deyim de imgesel anlamlar taşır. Keza müziğin, melodinin kendisi de sözsüz bir iletişim olarak büyük duygular barındırır. Ki bu duyguların kitleleri içten kuşatarak birbirine bağlamakta büyük bir rol oynadığı bilinmektedir.