Can TV’de Felsefe
FELSEFEYİ DOĞRU ANLAMAK
Felsefeye gençlik yıllarımdan beri birçok insan gibi ilgi duyarım. Nihayet ilerleyen yıllarımda felsefe bölümünden mezun olup kısa bir süre öğretmenlik de yaptım. İlgim sürüyor. Önceki gün felsefe programlarına bakarken değerli arkadaşım yazar, filozof Mehmet Akkaya’nın konuşmacı olduğu bir program izledim. Bu yazıda ondan söz edeceğim. Can Tv’deki programın moderatörlüğünü Mazlum Köse yapmış. Programın adı “emeğin sesi” olunca daha da dikkat kesildim. İşçilerin, sendikacıların konuk olduğu bir programda Mehmet Akkaya, felsefeci olarak ne söyleyebilir diye düşündüm. Konu başlığı olarak “İşçi Sınıfının Felsefesi” ifadesini görünce isabetli olduğu kanaati oluştu bende ve ikna edici geldi. Programı keyifle izledim. Keyifle diyorum, çünkü, alışılmışlığın ötesinde bir dil ve üslup var. Felsefe konusu, yaşamın maddi üretimi ile ilişki içinde, hayatın bizzat kendisi olarak güncel örneklerle anlatılıyor.
Programda, felsefenin işçi sınıfı ile bağı, ilişkisinin boyutu gibi kavramlar da ele alınıyor. Mehmet hoca gayet anlaşılır ve sade bir dil kullanmaya özen göstermiş. Filozof kime denir, sorusuna yanıt aranırken bir yandan da felsefenin hayatın her alanında nasıl yer aldığını açıklığa kavuşturmuş. Mazlum Köse, bilindiği kadarıyla, felsefenin zor, karmaşık ve dolayısıyla da ürkütücü bir konu olduğunu söylüyor. Ona göre böyle bir algının insanların düşünce dünyasına yerleştiği de bir gerçek. Bu yüzden de bu algının doğru olup olmadığı, eğer doğruysa bunun nasıl aşılabileceği manasındaki soruyu yanıtlamak gerekiyor.
İki Türlü Felsefe Var
Mehmet Akkaya, soruyu yanıtlarken kendinden emin anlaşılır sözler etti. Konuşmacımıza bakılırsa felsefe ile ilgili olarak bize tek yanlı olarak sürekli akademik kavramlar öğrettiler. Felsefenin okullarda sürekli övüldüğününe tanıklık ediyoruz. İlkçağ’dan bu yana felsefe, Anaksimandros, Demokritos, Herakleitos, Thales, Sokrates, Platon, Aristoteles, Descartes, Kant, Hegel gibi ulaşılmaz deha (!) filozoflar tarafından yapılıyor. Bu düşünme biçimi, sürekli bize ve normal insanlara her platformda veriliyor ve bunu, bizim kavrayamacağımız, anlayamayacağımız söyleniyor.
Mehmet hocamıza göre felsefeyi, neredeyse öğrenmemizin imkansız olduğu yalanlarıyla gözümüzde büyütüldüğünü biliyoruz. Size klişe gibi gelir ama benim anladığım, aslında bir değil iki türlü felsefe var. Birisi dünyanın düzenini yorumluyor, meşrulaştırıyor. Diğeri de dünyayı değiştirmek için var. Emeğin Sesi adlı programda bunun da işçi sınıfı felsefesi, emekçilerin ve ezilenlerin felsefesi olduğu savunuluyor. Felsefenin kavramlarla yapıldığı, bu yüzden kavramların da sınıfsal olduğunun altı çiziliyor.
Programda, burjuva / feodal karakterli filozofların gerçeği çarpıttığı da söyleniyor. Durumun öyle olmadığı, asıl felsefeyi işçi sınıfının yaptığı, zira, hayatı üretenin emekçiler olduğu ve tarihte egemen olan anlayışın da maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimi olduğu somut örneklerle sergileniyor. Akkaya, bunun basit ve kaba bir işçi sınıfı savunusu olmadığını da sözlerine ekliyor. Çünkü bilgi süreci, adeta üretim süreci gibi üretim içinde deneme yanılma yoluyla başlamaktadır. Bunu ilkin test edenler, yani toprağa, üretim aletlerine, kazmaya, çapaya, dişliye, çarka, çekice temas eden emekçiler olduğu için öncelikle bilgi sahibi olan da onlardır. Epistemolojinin temeli, yani bilgi felsefesinin temel taşları burada döşeniyor. Mehmet hocamıza göre filozof artık ayağını bu temele basmak zorunda. Filozof, bu temelden aldığı maddi verileri, somut bilgi öbeklerini kavramlaştıran, soyutlayan, tezler üreten, kitaplar yazan kişidir.
Emeğin Görünüşe Çıkması: Töz, Tanrı, İdea, Monad, Geist…
Programda felsefenin gündelik yaşamdaki örneklere temas ettirilmesi de dikkat çekici olmuş. Mehmet Akkaya’ya göre önümüzde duran şu çay bardağının, suyun, masanın, sandalyenin, konuştuğumuz mikrofonu üretenlerin, bu metaları buraya kadar getirenlerin, bizim sesimizi, görüntümüzü kitlelere ulaştıranların bizzat işçi sınıfı olduğu gayet açıktır. Gerçekten de ben de sormak isterim: Bu değerleri / metaları eğer emekçiler üretmiyorsa kim üretiyor? Programda da belirtildiği gibi yalnız maddi değerlerin değil felsefe gibi entelektüel değerlerin de kaynağında canlı emek yer almaktadır. Emekçilerin yarattığı bu değerlere genellikle artı değer diyoruz. Sömürü yoluyla biriken emek yani.

Biz her türden maddi yaşamın üretimini emekle açıklıyoruz. Mehmet hocamın tüm ürünleri emeğin, değişik bir görünümü olarak belirlemesi son derece önemli geldi bana. Örneğin Platon’a, “şu masanın temelinde ne var” desek “idea var” diyecektir. Augustinus’a sorsak “Tanrı var” diyecektir. Hegel’e aynı soruyu yöneltirsek bize geist gibi bir kavramdan söz eder. Mehmet hocamız ise Marksizme paralel olarak masanın, yalnızca ve yalnızca emeğin farklı bir formu olduğu kanaatinde. Gerçek yaşamı ve hakikati bilmek, işte emeğin bu işlevini bilmek anlamına geliyor. Bütün kavramlar gibi geist, töz, logos, monad, akıl, su, ateş… Aslında bunlar da Akkaya’ya göre emeğin değişik, soyut veya somut görünümlerinden başka bir şey olmuyor.
Öte yandan yukarıda isimlerini andığımız ve benzeri yüzlerce filozoflun işçi sınıfından veya kısaca emek kavramından azade oldukları anlaşılıyor. Bu filozoflar, töz, apeiron, idea, ateş, su, toprak, atom, monad gibi maddi yaşamdan kopuk, anlaşılması zor ve imkansız gibi görünen kavramları hakim hale getiriyorlar. Akademiler de buna hizmet ediyor. Ayrıca akademi dışında da farklı dünyalar ve pekçok değişik platform var. Akkaya bunlara genellikle “ana akım felsefe” veya “akademik felsefe” diyor. Lise ve üniversitelerde felsefe deyince tam da bunlar anlatılır, öğretilir. Dikkat edilirse bu tür kitabi bilgilerin toplumda hakim olduğu görülüyor. Maddi hayatın üretimi ile pek de ilgisi olmayan, soyut, teorik bilgilerin eğitim öğretimde genç beyinlere aktarıldığını hayretle izliyoruz. Bunların topluma ne faydası olmuştur, programdaki moderatör gibi ben de sormak isterim.
Egemen Sınıfın Düşünceleri Her Çağda Egemen Düşüncelerdir
Felsefenin, toplumun sadece elitist diyebileceğimiz ayrıcalıklı kesim tarafından alakadar olunan bir etkinlik olarak topluma lanse edilmesinin bir amacı var kuşkusuz. İnsanlar sorunları ile ilgilenmesinler, neden ve nasıl sömürüldüğünü bilmesinler, içinde yaşadığı kapitalist sömürü, soygun düzeninden nasıl kurtulacağını sorgulamasınlar. Peki felsefe ne işe yarar? Akkaya açısından felsefe, üretim süreçlerine yönelir ve kavramları açıklar. Bu kavramların üretildiği dünyanın değişmesini savunur. Dolayısıyla felsefe, üretim, sömürü, emek, sınıf, artı-değer gibi kavramların konuşulduğu, düşünüldüğü, dolayısıyla gündemleştirildiği bir etkinlik olmalıdır. Bu durumda tanım olarak diyebiliriz ki, felsefe, kendisini akla dayanan nedenlerle, gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışan bireysel, eleştirisel, bütüncül ve kavramlarla tutarlı düşünme faaliyetidir.
Bugün dünyayı hegemonyası altına almış olan emperyalist kapitalist sistem, sadece ekonomik ve askeri olarak değil, düşünsel olarak da hakimiyetini kurmuştur. Mehmet hocanın felsefe ile emek arasında kurduğu paralelliği izlerken Marx’ın şu sözlerini anımsadım: ”Yani toplumun maddi egemen gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen fikri güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, bu sayede aynı zamanda zihinsel üretim araçlarının da üzerinde denetim kurar; böylelikle zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşüncelerini de, genel olarak, kendine tabi kılar. Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikri ifadesinden , düşünceler halinde kavranan egemen maddi ilişkilerden, yani o bir sınıfı egemen yapan ilişkilerden başka bir şey değildir.”
Yapay Zeka Emekten Bağımsız Değildir
Programı izlerken konunun yapay zekaya geleceği hiç de aklıma gelmemişti. Moderatörün yapay zekayı sorması, benim için güzel bir sürpriz oldu. Çünkü ben de bu konuyla ilgili biraz düşünmüştüm. Fazla değil, son beş yılda yapay zeka denilen yeni bir tema ve olgu hayatımızı meşgul eder oldu. Öyle ki, yapay zekanın gelişimi sayesinde burjuva ile proletarya karşıtlığının ortadan kalkacağına inananlar çoğaldı. Yapay zekanın sınıfsal farklılıkları ortadan kaldıracağı, artık kimsenin kimseyi sömürmeyeceği, sömüremeyeceği, kafası çalışan her bireyin kimseye muhtaç olmadan yaşamını idame ettireceği iddia ediliyor. Hergün hayalci, insanın tahayyül sınırlarını zorlayan sözde analizlerle karşılaşıyoruz. Programda haklı olarak yapay zekanın da emek ve emekçinin ürünü olduğu vurgulandı. Aslında doğal zeka yerine yapay zekaya dikkat çekilmesi, yabancısı olmadığımız görüşler.
Hafızalarımızı tazelersek; yapay zekadan evvel, bilgi çağındayız, atom çağındayız gibi söylemler vardı. Marksizm dışı bu görüş ve akımlara itibar edilirse teknoloji o kadar ilerledi ki, artık işçi sınıfına gerek yok. Her şeyi robotlar yapacak! Şu kadarını söyleyelim ki Komünist Manifesto’da da belirtildiği gibi ve yukarıda da alıntıladığımız üzere sınıflar ortadan kalkmadan sömürü ve eşitsizlik de ortadan kalkmayacaktır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin her boyuttaki gelişmişlik düzeyi de bu gerçekliği ortadan kaldıramaz.
Akkaya, yapay zekayı, doğal zekaya dayandırarak açıklarken bir kavram çifti daha kullanmış: Üretici zeka, yaratıcı zeka. Yapay zeka, hiç bir zaman yaratıcı olmayacak, yoktan hiçbir fikir ve değer yaratmayacaktır. Her zaman mevcut verilerden “yeni” ürünler üretecekrir. Yani yapay zekanın her türden yargıları, doğrudan doğruya içinde bulunduğumuz eğitim verilerinin kökenine dayanır. Bu veriler doğal olarak, toplumun tarihsel ve mevcut önyargılarını, ayrımcılıklarını ve eşitsizliklerini içinde barındırır. Sonuç olarak, yapay zeka bu veriler üzerinden öğrenirken tarafsızlıktan uzaklaşmakta ve toplumsal önyargıları tekrar eden, onu pekiştiren bir ayna işlevi görmektedir. Eğitim verilerindeki bu önyargılar, yapay zeka sistemlerinin ürettiği ürünlerde (çıktılarda) çok aleni olarak kendini gösterir.
İşçi Sınıfına Bilinç Dışarıdan Verilir
İşçi sınıfı ideolojisi diye tanımlayabileceğimiz tarihsel materyalizm biliminin kurucuları K. Marx, F. Engels, V. İ. Lenin, önemli bir şey söylemişlerdir: İşçi sınıfına bilinç dışarıdan, onun savunucusu ve bizzat örgütleyicisi olan partisi ve aydınlar tarafından verilir. Zira, günümüzde asgari sekiz/on saatini işte geçiren, kalan zamanını uyku, yemek, dinlenme gibi zorunlu ihtiyaçları ile dolduran emekçilerin kendi sınıf bilincini anlamaya, onu günlük yaşamında kullanarak maddi bir güç haline getirmeye vakti olamayacağını düşünürler. Böyle bir gerekliliği bile algılamaları imkansıza yakındır. Bu, elbette sadece zaman meselesi değildir. Asıl olarak gereklilik meselesidir, yani bu gerekliliği bilince çıkarma meselesidir.
Maddi yaşamı üreten işçi ve emekçilerin zamanlarını kıraathaneler, alkollü ortamlar, spor müsabakaları izleyiciliği gibi ortamlarda geçirmelerinin zemininin sürekli kolaylaştırılması, onları sorunlarından uzak tutmaya dönük aktivitelerdir. Sömürü sisteminin amacı emekçilerin bilinçlenmesini engellemek, kendi sorunları için mücadele sürecine katılmamasını sağlamaktır.
Bilime, Aydınlanmaya ve Felsefe Derslerine Yüklenen Gereksiz Misyon
Felsefe, bilim, aydınlanma gibi konular açılınca, kimilerince akan sular durur. Özellikle, bilime, aydınlanmaya lise ve üniversitelerde okutulan felsefe derslerine çok fazla misyon yüklenir. Örneğin, bilimden yana olunursa insanların hayatı aydınlanır, felsefe üniversitesi açılır da yirmi yıl eğitim (kaliteli eğitim) verilirse toplumun tüm sorunlarına en doğru ve bilimsel çözümler bulunur, dünyaya özgürlük gelir gibi önerilerden geçilmediğine şahit oluyoruz. Akkaya, haklı olarak programda tüm bu yaklaşımların birer efsane olduğunu, sermayecilik koşullarında bilim ve felsefenin de egemenlere hizmet ettiğini vuruluyor.
Gerçekten de sormak lazım; en hafifinden, toplumsal olaylarda kullanılan göz yaşartıcı biber gazı denilen zehir, bilimsel çalışmalar sonucu üretilmedi mi? Bulunduğu noktadan binlerce kilometre uzaklıktaki bir canlı veya başka bir hedefi, fazla değil birkaç dakika içinde imha etme kapasitesine sahip füze tipi silahlar bilimin eseri değil mi? Napalm bombaları, kimyasal gazlar, yüzbinlerce insanı birkaç dakikada imha eden atom bombaları bilimsel marifetlerin eseri değil mi? Aydınlanma, teknoloji, uzay çağı gibi süslü kelimeler insanlığın hangi sorununu çözdü? Bugün dünyanın herhangi bir yerine yeni bir yol, yeni bir havaalanı, demir yolu inşa ediliyorsa, mutlaka o coğrafyadaki sömürüyü artırmak, maden arama adı altında doğayı katletmek, toprağı zehirlemek için değil de nedir?
Bilimin, teknolojinin, yapay zekanın çok geliştiği günümüzde dünya dediğimiz gezegenimizin son durumu nasıl sizce? Adeta cehenneme benziyor. Dünyanın her tarafında devam eden bölgesel (haksız) savaşlar sayesinde her gün binlerce insan ölüyor, hayvanların, doğanın canına okunuyor. Programda da sorulduğu gibi eğer bunca büyük, kitlesel kıyımlar bilim ve teknolojinin gücüyle değilse başka neyin gücüyle oluyor? Emeğin Sesi gibi bir programda tüm bu silah, bilim ve teknolojinin de emek ürünü olarak açıklanması anlamlıdır. Çünkü bu bilim ve savaş malzemelerini de maalesef işçiler, emekçiler üretiyor.
Felsefe, Bilim ve Burjuvazi
Bilim ve teknolojinin sorgulanıp eleştirilmesi, ondan yararlanmayacağız anlamına gelmez. Yolların, havaalanlarının, demiryollarının yapılması, uçağın, geminin, trenin, kullanılması yanlış değil. Yanlış olan, bunların halk için emekçiler için üretildiğine inanmak ve bunlara yalnızca yararlı yanından bakmaktır. Akkaya’dan anladığımıza göre bilim, felsefe, teknoloji… Bunları öncelikle burjuva – feodal sistem, kendi sınıf çıkarı için gerçekleştiriyor. Üstelik çoğu zaman da insanlığın zararına işlev görüyor bunlar. Atom bombalarının düştüğü yerde bitki böcek bile yaşayamıyor.
Süresi Kısa Etkisi Büyük Program
Şöyle bitireyim: Felsefenin ne olduğunu, emek süreciyle ilişkilendirerek açıklamak, bana yeni bir bakış açısını anımsatıyor. Ana akım felsefelere, akademik filozoflara karşı işçi sınıfı felsefesinden söz edilmesi de son derece özgün görünüyor. Felsefenin televizyona taşınması ve bir tartışma programında konuşulması da önemlidir. Kısa bir program ama etkisinin büyük olduğunu / olacağını düşünüyorum. Mehmet hocamıza göre filozof olmasalar da felsefenin yaratıcısı emekçilerdir. Dolayısıyla herkes felsefe öğrenir ve yapabilir. Çay çorba pişirme öğrenilebiliyor, kimyasal süreçleri bilmeyi gerektiren yemek yapma, öğrenilebiliyorsa felsefe yapmak da pekala öğrenilebilir.