Eleştiri, hepimizin savunduğu ama bize veya değerlerimize karşı yapıldığı zaman huzursuz olduğumuz bir disiplin. Bu durumu filozof, yazar arkadaşımız Mehmet Akkaya’yı dinlerken bir kez daha düşündüm. Önceki paylaşımlarımda da değindiğim gibi Akkaya, 5 – 10 Mart (2025) tarihleri arasında Mersin’de bizlerleydi. Sanat, hukuk, şiir, elbette felsefe üzerinden birçok faaliyetimiz oldu. Akkaya’nın kitapları ve görüşleriyle yakından ilgili olduğumu çoğu dost ve arkadaşım biliyor. Bundan olsa gerek Mehmet hocamızla, programlar dışında da sıklıkla fikir teatisinde bulunma durumum oldu.
Bende bıraktığı ilk ve temel izlenim, Akkaya’nın, tüm entelektüel disiplinlere kuşkuyla bakması ve ezber ettiğimiz değerleri sorgulaması oldu. Hadi mülk sistemini, hukuku, dini, aileyi, devleti sorgulamayı anladık da, insanın kendi mesleği (felsefe / filozof) dahil olmak üzere, bilimi, siyaseti, sanatı, şiiri, müziği de sorgulayıp bunların da sönümleneceğini ileri sürmesi, kendi tabiriyle çok kışkırtıcı iddialardır.
Ben bu yazımda Akkaya’nın konuşmacı olduğu MEFİS, Mersin Fikir Söyleşileri grubundaki programın içeriğini, sunumdaki soru, konu ve eleştirileri paylaşmak istiyorum. Esasen bu programa odaklansam da Mehmet hocamla serbest zamanlarda yaptığım tartışma içeriklerini de yazıya eklemiş olacağım. Yani programdaki görüşlerle serbest zamanda konuşulanların bir sentezi olacak bu yazı.
Temel Felsefi Sorular
Öncelikle Yenişehir Belediye Kültür Merkezi’ndeki sunumdan başlayalım. 50 – 60 kişiydik. Dr Özkan Özdemir ile birlikte programın açılışını yaptık. Mehmet hocamızı taktim ederken onun bir kaç görüşünü özetledim. Açış sırasında sorular da ortaya konuldu.

Cevaplanmasını istediğimiz sorular içinde şunlar ön plandaydı:
1-Felsefe nedir ve niçin felsefe yapıyoruz?
2-Felsefe nerede başladı, nasıl ortaya çıktı?
3- Hangi felsefenin mirasçısıyız?
4- Filozof kimdir ve filozofları nasıl biliriz?
5- Düşünce yöntemleri içinde felsefenin yeri, özgünlüğü nedir?
Açış ve takdim sırasında Marx’ın Feuerbach Üzerine Tezler’indeki 11. Tez’i anmak elzem oldu: “Şimdiye kadar filozoflar dünyayı yalnızca yorumladılar oysa dünyayı değiştirmek gerekir”. Bu merkezi tezden hareketle felsefeye farklı pencereden bakmaya çalıştık. Mehmet hocama göre Marx, filozof olmasına rağmen felsefeyi yüceltmedi, onu yorum etkinliği olarak değerlendirdi. Proudhon’a karşı yazdığı kitapta da felsefenin “sefil bir disiplin” olduğuna vurgu yaptı. Aynı zamanda Marx, pozitif bilimleri merkeze koyan hiçbir metin yazmadı, tezler ileri sürmedi. Marx, tek bir bilim tanıyoruz, o da tarih bilimidir diyerek sınıf mücadelesini savundu. Böylece yeni bir komünist dünya kurulacağı düşüncesine yoğunlaştı.
Felsefe: Bilgelik Sevgisi
Yenişehir’deki sunumun başlığı felsefe ve filozof kavramlarıydı. Bu konuda Akkaya’nın söylediklerini dikkatle dinledik. Mehmet hocama göre felsefe, aslında mutevazi bir kavram. Kutsiyet yükleyip abartmak gerekmiyor. Felsefe, bilgelik sevgisi (philo+sophia) anlamına geliyor. Felsefeden daha önemlisi bilgeliktir. Felsefe terimini, Antikçağ filozofu Pisagor icat etmiştir. Kendinden öncekiler sophia’dır (bilge) ama Antikçağ düşünürleri kendilerini bilge değil bilgesever olarak görüyor. Felsefe budur. Görüldüğü gibi hiç de yüksek, erişilmez bir disiplin değil.
Sosyolog, Psikolog, Filozof…
Akkaya’nın dediğine bakılırsa araç gereç kullanarak, deney ve gözlem yaparak düşünce üretenlere bilimadamı diyoruz. Toplumu araştırıp tahlil yapanlara sosyolog, insan ruhsallığını açıklayanlara psikolog, canlıları konu ederek bilim yapanlara biyolog dediğimiz gibi kavramlar kuran ve bunlarla düşünen, felsefe yapanlara da filozof deniliyor. Terimi ülkemiz felsefe tarihi üzerinden de somutlayan Mehmet hocaya göre 1920’lerde Türkçede feylesof ve filozof gibi terimler vardı. Öztürkçeci çalışmalar sırasında köklere yapım ekleri getirilerek kelimeler, terimler üretildi.
Öztürkçe çalışmaları sırasında balıkçı, simitçi, eğitimci gibi felsefe kökünden de felsefeci üretildi. Bir bakıma yarı sömürge aydın tutumu denilebilir buna. Akkaya, buna kendini geride ve yetersiz görme psikolojisi, diyor. Türkçede felsefe ile ilgili felsefe öğretmeni, felsefe doktoru, felsefe meraklısı, felsefe öğrencisi gibi ifadeler de kullanılıyor. Felsefe “yapan” kişiye anlamdaş olarak felsefeci veya filozof demek gerekiyor. Batı dillerinden hareketle düşünüldüğünde felsefeci veya filozof olarak iki ayrı kelime bulunmuyor. Felsefe yapanlar için doğru adlandırma, -dil milliyetçiliğine lüzum yok, M. Akkaya- filozoftur.
Felsefe Nerede ve Neden Doğdu?
Diğer düşünce disiplinleri gibi felsefe de Anadolu ve Mezopotamya uygarlıklarında doğdu. Çünkü üretim burada başladı ve toplumsal zenginlik burada ortaya çıktı. Yani Nil, Dicle, Fırat gibi suyun olduğu coğrafyalar, uygarlığın merkezi oldular. Akkaya açısından Akdeniz’in çevresi, Atina, Milet, Efes gibi yerlerde filozofların ilklerini görüyoruz. Radikal olan şu ki, sınıflar, sömürü, din, devlet, hukuk gibi kurumlar da, ilkin su uygarlıklarında ortaya çıktı. Uygarlığın felsefesini yapan Sokrates, Platon, Aristoteles gibi filozoflar kendi çağlarının egemen sınıflarını savundular. Bunlar Atina’daki demokrasiye bile karşıydılar. Köleleri, kadınları, yabancıları “insan” olarak saymadılar. Elbette Mehmet hocamın bu açıklamalarına salondan itirazlar da yapıldı.

Akkaya için tek tarz felsefe ve filozof yoktur. Felsefe tarihi lüzumsuz detaylar ve yorumlarla doludur. Bu açıdan, sunum sırasında, benim de Descartes’tan, bir alıntıyı paylaşmam sanırım isabetli oldu: İnsan sürekli tarihle ya da felsefe tarihiyle ilgilenirse gideceği yolu unutur ve hedefe varalım derken yolda kaybolur. Akkaya’nın söylediğinden anladığımız şu ki felsefe tarihi sorgulanarak ve ayıklanarak okunmalıdır. Öyle ya, madem ki Sokrates, sorgulanmayan yaşam yaşanmaya değmez demiş. Biz de neden sanatı, bilimi, siyaseti, hukuku, aileyi, ahlakı, felsefeyi sorgulamayalım? Yaşam sorgulanıyorsa onun ürünü olan felsefe de sorgulanabilir.
Töz, Tanrı, Görünmez El…
Benim için Belediye Kültür Merkezi’ndeki sunumda öne çıkan emek ve artı değer kavramları son derece önemliydi. Çünkü Mehmet hocama göre maddi ve manevi bütün değerler, sanatlar, felsefeler, formüller, hukuk sistemleri emeğin, birikmesinden, ürüne dönüşmesinden kaynaklanıyor. Akkaya açısından emeğin sonucu olan ürün, toplumsal zenginlik biçiminde ortaya çıkıyor. Düşün ve sanat insanları da bunun üzerine düşünüyor. Üretimle doğan insan, üretim üzerine de düşünmeye başlıyor. Akkaya’nın, bu noktada “aç ayı oynamaz” sözünü kullanması anlamlıdır. Bu konuları Felsefe Üzerine Genel Tezler adlı yeni kitabında bulabilirsiniz. Ben sunumu başlatırken katılımcılar için bu kitaptan kısa kesitler de sunmuştum. Mehmet hocaya göre idea, töz, Tanrı, görünmez el, Geist gibi felsefi kavramlar, aslında emeğin ve artı değerin soyut versiyonları oluyor. Mülk dünyası, sermaye sistemi yok olursa bu kavramlar da yok olacaktır!
Filozofların Marifetleri
Hatırlanacağı gibi Marx, “Her çağın egemen fikirleri egemen sınıfların fikirleridir” demişti. Bu argümandan hareket eden Akkaya açısından bilhassa Yeniçağ’ın tümüne yakın filozofları emekçi sınıflara düşmandı! Filozofların marifetleri diyerek konuşmasını sürdüren Akkaya için ana akım filozoflar, ırkçı, gerici felsefeler kurdular, iktisaden egemen sınıflara hizmet eden görüşler savundular. Üstelik bunlara yakın zamanların büyük filozofları Bergson, Husserl, Heidegger ve benim çok sevdiğim Nietzsche gibi filozoflarları da ekledi. Tabi bu düşünceler, salondaki birçok arkadaş gibi bana da ikna edici gelmedi. Şunu da belirteyim: Akkaya, ikili sohbetimizde bana “emekçiler ve ezilenlerin lehine / yararına ana akım filozofların söylediği bir tek cümle biliyor musun” biçiminde bir soru sordu. Yönettiği bu soruya halen yanıt arıyorum!
Akkaya, sadece Yeniçağ’ın değil Antikçağ’ın filozofları Sokrates, Platon ve Aristoteles’in de bu kategoride olduğu tezini savunuyor. Ona göre Antikçağ filozofları, aristokratları ve kralları savundular. Demokrasi karşıtı görüşleri ileri sürdüler, halkı köle olarak gördüler, kölelerin yönetimde ve emeğin paylaşımında söz sahibi olamayacaklarını söylediler. Ana akım filozofların felsefelerinde kadınların da adı yoktu. Mehmet hocamıza göre üstelik, felsefe tarihi hurafelerle dolu. Örneğin büyük filozoflar bile dünyayı “düz” ve “sabit” zannediyordu.
Aydınlanmacılığı Sorgulamak
Sunumda ve konuşmalarda Aydınlanma düşünürleri de radikal eleştiriden paylarını aldılar. Akkaya açısından Aydınlanmacı filozoflar, aydınlanmayı değil yeni gelişmekte olan kapitalist sistemi meşru hale getirmeye çalıştılar. Kapitalizme ve sisteme doğrudan eleştiri yapmadılar. Voltaire, Rousseau, Diderot gibi düşünürler feodalizmin eleştirisinden öteye geçemediler, Akkaya’nın bu tez’i de bize çok ilginç geldi ve tepki çekti. Belki de yeni duyduğumuz için tepki çekti. Gerçekten benim açımdan bunlar yeni fikirler. Ben bugüne kadar Aydınlanmayı, bilimi eleştiren, onlara karşı iddialarda bulunan bir filozof görüşü duymadım veya yazı okumadım. Grup katılımcılarına da çok değişik gelmiş olmalı ki üst perdeden itirazlar, karşı çıkışlar da oldu. Ortam biraz gerginleşti. Ancak, Akkaya bu itirazlara yabancı olmadığını, felsefenin itiraz ve eleştirilerle güçlendiğini, olumlu davranışıyla göstermeyi ihmal etmedi.
Akaya’nın, kurumları ve düşünce disiplinlerini reddeden, varolan tüm değerlerin son bulacağını içeren görüşlerini tamamen savunduğum söylenemez. Yine de Mehmet hocamızın savunduğu her tezin, ortamdaki arkadaşlar gibi bende de derin soru işaretleri oluşturduğu bir realite. Bunlar, farklı bir bakış farklı bir felsefi yaklaşım olduğundan “acaba böyle mi” diye kafalarda soru işareti bıraktığı kesin. Akkaya, dünya sistemini sınıflı zulüm uygarlığı olarak görüyor ve bu dünyanın tüm kurum ve kültürel değerlerini de bu sistemin ürünü olarak ele alıyor. Sonra şu benzetmeyi yapıyor: Kapitalist / emperyalist sistem zehirli bir ağaca benzer, zehirli ağacın meyvesi de zehirli olur.
En Güçlü Teori: Marksizm
Akkaya, Mersin konuşmalarında burjuvaziye ve onun liberal teorisyenlerine de sıklıkla hücumlar yaptı. Bu konuda da dikkatimi çeken yeni bakış açıları ortaya çıktı. Sözleri şöyle özetlenebilir Mehmet hocanın: Burjuva – liberal düşünür, bilim adamı ve filozofları, sürekli Sovyetler çöktü, sosyalizm bitti, Marksizm yanlışlandı diyor. Oysa yalnızca Rusya, Çin ve benzeri ülkelerdeki uygulama başarılı olamadı. Sömürü, zulüm, savaşlar devam ediyor. Marksizm niçin yanlış olsun? Tam tersine dünyanın durumu, Marksizmin en güçlü teori olduğunu gösteren kanıtlarla dolu. Oysa burjuva – liberal teoriler beş yüz yıldır sürekli yanlışlanıyor. Hani Rönesans ve reformlar dünyaya özgürlük getirecekti? Hani pozitif bilimler insanlığı ihya edecekti? Hani bilim ve reformlar yoluyla dinler son bulacaktı? Hani burjuva filozofları dünyayı aydınlatacaktı?”
Mehmet hocamıza göre soruların dahası da var. Kant, dünyaya “ebedi barış” geleceğini söylemişti. Barış gelmedi! Profesyonel ordular terhis olacak denilmişti. Olmadı! Hegel’e göre hukuk herkesi eşit yapacaktı. Yapmadı! Nietzsche insanlığın, übermens (üstinsan) olacağını söylüyordu. Olmadı! Liberal filozoflar ulus devletin özgürlük ve eşitlik getireceğine inanıyordu. Özgürlük şöyle dursun, emperyalist savaşlarla dünya kan gölüne döndü. Akkaya’nın bu açıklamalarına bakıldığında gerçekten de insanda, Marksizm değil, beş yüz yıldır yanlışlanan düşüncenin liberalizm olduğu kanaati bir kez daha kendini belli ediyor.
Çünkü otuz beş yıllık sovyetik rejimlerin çöktüğü söyleniyor ama beşyüz yıllık kapitalist sistemin defalarca çöktüğü söylenmiyor. Paylaşım savaşları ve hâla devam eden bölgesel savaşlar eksik olmuyor. İnsan olarak bizler, “bunlar kapitalist emperyalist sistemin çöküşü değil de nedir” diye sormadan edemiyoruz. Bu söylemlerinden ben şu çıkarımda bulunuyorum: “Karamsar olmamalıyız, enseleri karartmamalıyız!”
Nietzsche’ye Laf Söyletmem!
MEFİS’teki sunumdan ve yazarımız, filozof Mehmet Akkaya ile olan tartışmalardan ben nasıl bir sonuç çıkardım? Birkaç günlük felsefe tecrübesinden anlaşılıyor ki, felsefe yapmak ve felsefeye dair düşünüp konuşmak, sürekli dinamik fikir alışverişi içinde olmayı gerektiriyor. Bunun içinse uygun bir tartışma kültürü kaçınılmaz görünüyor. Sabitlik, düşünceyi zedeleyen bir şey. Sürekli söylenenleri söylemek tekrardan ileri gitmez. İnsanı ezberci yapar. Durağan koşullarda yeni felsefeler, fikirler ortaya çıkmaz. Fikirlerin çatışması felsefenin hayrınadır! Okuldan, camiden, kiliseden, üniversiteden edindiklerimizi mutlaka sorgulamalı ve aşmalıyız.
Akkaya da konuşmasında sıklıkla eğitim kurumları yanında felsefenin, sanatın, siyasetin hatta bilimin de sorgulanması gerektiğine işaret etti. Mehmet hocama göre felsefede tarihsel materyalizm bunu gerektiriyor. Oysa bakıyorum da çevremdeki arkadaşlara, kimisi Sokrates’e, kimisi Newton’a, kimisi sanata “laf söyletmem” diyor. Benim gibi kimisi Nietzsche’ye, kimisi bilime, demokrasiye, devlete “laf ettirmem” diyor. Yani görünen o ki biz daha bir kaç yüzyıl arke, idea, monad, töz, Tanrı, teoloji, logos, deyip duracağız gibi…
Sol Muhafazakarlığa Son!
Akkaya’nın, eğitim, aile, devlet ve hukuk sistemine eleştiriler yaptığını biliyoruz. Akkaya’nın, “okullar kapatılsın” biçimindeki tezine öğretmenler ve akademisyenler karşı çıkıyor. “Adliyeler, hukuk fakülteleri, hapishaneler kapatılsın” tezine avukatlar, hukukçular, adliye çalışanları ve gardiyanlar karşı çıkıyor. “Aile kurumu buharlaşır” dediğinde anne – babalar, “devlet bitecek” derken bürokrasi ve kamu çalışanları tepki gösteriyor. “Felsefe, sanat, siyaset ve bilim sönümlenecek” dediğinde bu alanlarda emek ve eser verenler itiraz ediyor. Eh, kapitalizm sona erecek, sermaye sınıfı ortadan kalkacak sözüne de iş insanları karşı çıkıyor. Mehmet hocam, bu tavırlara “sol muhafazakarlık” diyor.
Velhasıl, Akkaya bu tezleri ile kolay kolay kimseye yaranamayacak ve kimseyi ikna edemeyecek gibi görünüyor. Yine de umutlu duygularla bitireyim yazımı. Kolay gelsin Mehmet hocam. Yolunuz açık olsun. Mersin’e yakın zamanda yine bekleriz…