Güneşin Altında
SÜRPRİZ DİYE BİR ŞEY YOKTUR
Saldırı, gözaltı, tutuklama furyası bütün hızıyla devam ediyor. Bazen ivme düşüyor, bazen yükseliyor ama sistemde nitel bir değişiklik olmuyor. Son zamanlarda, siyasal arenada olup bitenler Hegel’in bir sözünü anımsatıyor insana: Güneşin altında yeni bir şey yoktur. Hegel bu duruma, “sınıflı toplumlarda ve sermayecilik çağında” diyerek bir de ön ifade ekleseymiş daha doğru olurdu. Sınıflara, mülkiyet sistemine imkan veren “uygar dünya” var oldukça da sürpriz diye bir şeyin olacağını kimse beklemesin. Zira böyle bekleme psikolojisine girenlerin durumu, Godot’yu bekleyenlere benzer.
Kapitalist dünya sistemi, kitleleri Godot gibi ne olduğu belirsiz bir fenomenin var olduğuna ve bunun, günün birinde bize de geleceğine inandıran bir sistemdir. Bu durum yalnız yüz yıldır faşizmin hüküm sürdüğü ülkemizde değil emperyalizmin egemenliğindeki tüm dünyada böyledir. Bu sistemde iki kriz, yapısal bir özellik arz eder: Ekonomik kriz ve buna bağlı olarak ortaya çıkan siyasal / politik kriz.
Ekonomik olgular çoğu kez kitlelerden gizlenir ve sürekli siyasal alan, buna paralel olarak hukuk, din, ahlak, hükümet, saray, kral, bey, paşa işaret edilir. Sanki yöneticilerden birisi veya sermayenin sevk ve idaresinden sorumlu olan bir dizi hükümet görevlisi değişirse / değiştirilirse “normalleşme” gerçekleşir gibi bir “algı” üretilir. Burada “algı” terimini özellikle kullanıyorum. Egemen sınıflar tarafından önce “algı” üretilir sonra da bu, basın, yayın, okul, cami, kilise, üniversite tarafından kitlelere enjekte edilir. Böylece komünizme uzak ve “devrim körü” bir toplum yaratılır.
Türkiye ve Kürdistan toplumunun kültüründe bir klişe bulunuyor. Yıllardır duyarım: Mantığın bittiği yerde askerlik başlar. Tıpkı Hegel’in sözündeki eksik ve hatalı bir ifade burada da karşımıza çıkıyor. “Mantığın bittiği yerde kapitalizm / feodalizm başlar” denilse daha manalı olurdu. Doğanın durumuna, akla, mantığa ve en önemlisi de üretim ve paylaşım olgusunun doğasına yabancı bir sistemdir kapitalizm. Kapitalizmde çalışan değil çalıştıran kazanır! Bu sistem elastik, hareketli, düzensiz ve operasyonel bir işleyişi gerekli kılar. Hiç bir değerin, kişinin, kurumun garantisi yoktur bu sistemde. Adeta zulm eden zulme uğramak için sırasını bekler. Siyasal düzenek, adeta fizik dünyadaki gibi vuku bulur. Yükselen, yükselişini ve saltanatını sürdürür, düşen ise düşüşünü ve mağduriyetini sürdürür. Cellat, cellatını eğitir bu düzende.
Her sistemi ayakta tutan belirli temel iktisadi yapılar vardır. Bu temel yapılara tekabül eden üstyapı kurumları ile birlikte hegamonik bir güç söz konusudur. Kapitalizmde de mekanizma bundan azade değildir. Zenginliği elinde tutan güçler, fikir dünyasını da elinde tuttuğu gibi ordu, yargı ve polis güçlerini de elinde tutar. Bu hegamonya, demokrasi, cumhuriyet, parlamento, özgürlük ve hukukun üstünlüğü gibi hurafelerle gizlenir. Sermayeci sistem, doğası gereği din iman türünden feodal değerleri tanımadığı gibi hak, hukuk, adalet gibi modern burjuva değerleri de tanımaz. Bu durum, birinin veya bir kaç kişinin iradesiyle ilgili değildir. Yerel ve konjonktürel de değildir. Yapısal ve genel bir olgudur.
Saldırı, gözaltı, tutuklama esasen karşıt sınıf ve kliklere uygulanır. Amma ve lakin kapitalizm bununla da yetinemez. Gerektiğinde kendi sınıfına da, rekabetten dolayı veya taktik nedenlerle saldırı yapmaktan, beyleri, paşaları giyotine göndermekten de asla çekinmez. Çünkü bu şekilde ayakta kalacağını, ömrünü uzatacağını tarihi tecrübelerle çok iyi biliyor.
Modern tarih, emekçiler ve sömürenler arasındaki tarih olduğu kadar, egemen sınıfların birbirine karşı savaşının da tarihidir. Bu çağda ve bu sistemde hiç kimsenin can ve mal güvenliği güvence altında değildir. “Mülk kutsaldır” gibi liberal yasalar bile hukuk ilkelerine değil güçler dengesine göre yürürlükte kalır. Kimin canına kast edileceği, kimin mülküne el konulacağı da bu denge durumuna bağlıdır. Halkımız pek güzel söyler: Piyangonun kime çıkacağı belli değildir. Bu belirsizlik bireyler kadar devletler için de geçerlidir. Misal, Suriye’den sonra sıranın hangi devlete geleceği, yanıtını bekleyen önemli bir sorudur.
Sermayeci düzen derken saldırı, gözaltı ve tutuklama yapanların bile güvencesi olmayan bir sistemden söz ediyoruz. Sıra sadece susanlara gelmez. Tutuklama kararlarına imza atanlara da gelir. Dünya tarihi gibi ülkemizin yüz yıllık tarihi (daha öncesi de var) bunun örnekleriyle doludur. Nice paşalar, padişahlar, bakanlar, başbakanlar zulüm görmüş, saldırıya uğramış, idam edilmiştir. Louisler, Charleslar, Menderesler, Selimler… Saymakla bitmez. Kendi adamlarını kılıçtan, katliamdan, işkenceden geçiren “uygar dünya”, emekçi sınıflara, onların aydınlarına, filozoflara ve bilcümle ezilenlere neler yapmaz ki? Dolayısıyla son zamanlardaki saldırı, gözaltı ve tutuklamalar ne ilktir ne de sondur! Üstelik bunun yalnızca Türkiye’ye özgü olduğunu düşünmek de, abesle iştigal olur.

Kapitalist üretim biçimi, lokal planda var olan bir üretim biçimi değildir. Evrensel özellikleriyle tanınır. Bu sistem, emperyalizmin başkentlerinden hareketle feodalizmin hüküm sürdüğü coğrafyaları kuşatır, yayılır. Emperyalizm, dünyayı bir yandan kendine benzetir, bir yandan da kendine bağlar. Bu yüzden de faşizmin, emperyalist başkentlerden ziyade bizim gibi ülkelerde daha fazla görülmesi, bizi yanıltmasın. Çünkü “geri bıraktırılmış” ülkelerdeki uygulama, esasen emperyalist başkentlerdeki uygulamaların buralara transfer edilmiş pratikleridir. Şöyle de denilebilir: Faşizm, emperyalist başkentlerde üretilir, sömürge ve yarı sömürge ülkelerde uygulanır. Almanya örneğini anımsatmakla yetiniyorum.
Emperyalist sistem, yani Avrupa ve anglosakson gelenek kendi merkezlerini demokratik, dünyanın geri kalanını ise despotik gösterir. Kendi merkezlerini aydınlanmanın, hukukun, özgürlüğün, adaletin odak noktası olarak lanse eden bu sistem, dünya halklarını buna inandırmakta -ne yazık ki- zorluk çekmez. Çünkü gerekli fiziksel ve ideolojik aygıtlar, bunun için vardır. Kültürel hegamonya, olup biteni destekler. Marx’ın bir sözünü anımsamak, buradaki tersliği anlamak için yararlı olur: Mülkiyet olmadığı için mülkiyet vardır! Emperyalist merkezler ve dünyanın “geri kalanı” dediğimizde şunu söylemek gerekiyor: Faşizm, bizim gibi ülkelerde var olduğu için emperyalist başkentlerde yoktur! Ya da şöyle diyebiliriz: Faşizm var olduğu için faşizm yoktur!
Nihayetinde faşizm, kapitalist üretim ilişkilerine özgü bir sistemdir. Yani kapitalizm ve emperyalizmin çocuğudur. Kapitalizm, batıdaki genişleme sınırlarını büyük ölçüde tamamlamıştır. Genişleme, feodalizmin tasfiye edilmediği coğrafyalarda hüküm sürdüğü için faşizm de buralarda hüküm sürmektedir. Dolayısıyla feodal, kapitalist ve emperyalist dünya sisteminin nasıl ortadan kaldırılacağı sorusu, enternasyonal proletaryanın merkezi bir sorusudur: Emperyalist başkentlerin yenilgiye uğratılmasıyla mı dünya özgürleşir, yoksa ekonomik, siyasi ve askeri (örgütsel) olarak ona bağlı olan dünyadaki sistemin yıkılmasıyla mı? Buna bağlı olarak çeşitli sorular üretilebilir.
Emperyalizm çağına, proletarya devrimleriyle son verme düşüncesinin epeyce erozyona uğradığı bir dönemden geçiyoruz. Burjuva toplumunun yarattığı “her şeyin başı eğitim”, “çağdaşlaşma”, “güçler ayrılığı”, anayasalarda yazılı olan “sosyal hukuk devleti” türünden hurafeler de gittikçe daha çok ilgi çekiyor. Bunların gerçekleşmesini beklerken kitlelerin payına düşen çoğu zaman saldırı, gözaltı, tutuklama ve hatta bazen de katliam oluyor. Sonuç: Devrimci eğilimler başta olmak üzere tüm toplumda hayal kırıklığı. En çok hayal kırıklığı da, burjuva hukuk ve adalet sistemine güvenen kesimlerde yaşanmaktadır. Hayal kırıklığının, moral ve motivasyona bağlı olarak bütün sınıflı toplumlarda yaşandığını tespit etmek mümkündür. Çünkü egemen sınıflar, her çağda ideolojik aygıtlar üretip kitleleri buna -büyük oranda- inandırmaktadır. Bunlar gerçekleşmeyince de toplumda moralizm yerini demoralizme bırakıyor.
Kısacası kapitalizm, kurt misali puslu havayı sever. Yıkılmadığı sürece yıkar! Onun doğası gereği böyledir. Bırakalım emek mücadelesiyle kazanılmış hakları, en insani ve “doğal” hakları bile yerle bir eder. Kendi bindiği dalı da kesmekten asla vazgeçmez. Mezar kazıcısını yaratmak da onun fıtratına uygundur. Zıtların birliği ve mücadelesi kapitalizm cephesinde de içkindir. Bugün yasal, hukuki ve demokratik olan yarın hukuk dışı ve anti demokratik ilan edilebilir. Sermayeciliğin gerçeği budur. Burjuva hurafe ve hayalciliğinin yerini proletaryanın devrimci gerçeklerine uygun yeni bir dünya hayalinin alması dileğiyle…